Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu. Babalarından başka doğru bilmeden yaşlanıyordu erkekler. Çarşılar evleri çoktan teslim almıştı. Kızlar şarkısını kimseye söyleyemiyordu. Sokaklardan esen güneş değil, geri çekilme duygusuydu. Annelerin sütünde ışık yoktu. Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi. Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı. Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu. Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes. Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu. Gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara, ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi. Seni korumak için karşı durdum tüm bunlara. Dünyayı senden geçirerek sevdim. Geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme.
Seveceksen
İzmir gibi sev beni...
Ilık meltemler dolaşsın
içinin sokaklarında .
Mademki içindeyim
ısınayım sıcaklığınla...
Özgürlük essin dağlarında
deniz koksun nefesin.
Ve sesin,
bir ege türküsü gibi
inkâr ettiğim ne varsa
inandırsın beni...
Ama ölmek çok uzundu: bir ömür sürüyordu. İnsan hep bekliyor, bekliyor, bekliyordu: umut gelecek, aşk gelecek, çocuk gelecek, itibar gelecek; güneşli günler, iğde kokuları, büyük zaferler ve fetihler gelecek...
her şey geçer
aşk da acı da geçer
ağlamaklı bir şarkı
ayrılıkların üzerinden.
rüzgar olur
savrulur geçer
sağılır yaldızlı bir sabahın
ağaran seherinde,
hüznün sütbeyaz
güğümünden.
...
gece de homurtuyla
kederli bir tren gibi geçer,
benimse çiğnenmiş zakkum
yüklemiş yorgun kalbimden
aşk da acı da
her şey ama her şey
geçer
kör bir güvercinin
türküsü bile
tortusu kalır.