“Sevgilerimizi söyleyemez olduk
Göremez olduk nice güzellikleri
Yalanı öğrendik
Utanmayı öğrendik
İnandık sonraları
Bütün yaratıklardan üstün olduğumuza
Büyük zekamız
Önce kafesi,zinciri,zulmü icat etti;
İyilik güzellik ve doğruluk adına
Hiçbir şey kalmadı inandığımız
Aradan bin yıllar geçip
Atom parçalanıncaya kadar
Zaten paramparça olmuştu insanlığımız..!
“Durmadan, usanmadan arıyor, fakat ne aradığını bilmiyorsun, bilmeyeceksin de. Bulabildiklerin seni kandırmayacak, doyurmayacak. Daima mevcut olmayanı özleyecek, mümkün olmayanı arayacaksın.”
Hiç sonu gelmeyecek çileki bir arayıştı yaşamımız. Neyi arıyorduk? Kimi arıyorduk? Bu kaybolmuşluğumuz daha ne kadar sürecekti? Bu susuzluğumuz, bu yıkılmışlığımız, bu kahrolmuşluğumuz?
Eserde geçen soyutlanmış genç bir adam ve mistik olarak algılandığı kederli eşin karısı olan kadına takıntılı sevgisi anlatılmaktadır. Ordınov karakteriyle aşkın keşfedilmiş anını betimleyen Dostoyevski, hayatın gerçekleri ile hayalleri arasında gidip gelen bir karakter üzerinden yaşam ve aşka dair sorgulamalar yapıyor. Neyin gerçek neyin düş olduğunun ayrımının net olmadığı bir başka mistik Dostoyevksi romanı. Aslında uzun öykü olarak da düşünülebilir. Daha fazla detay vermeden bitiriyorum. Zaten Dostoyevski okurlarına içten içe, ilmek ilmek işliyor ve okuyucusunu mest ediyor...
Kitaptan beğendiğim bazı güzel cümleler:
"Arzu ekmekten tatlı, güneşten güzeldir."
" -Cennetin neresinden benim göğüme süzüldün? Sanki bir düşteyim; gerçekten var olduğuna inanamıyorum."
" Kalbimi de bazı vefasızların yaptığı gibi satmadım, ama bedavaya vermeye hazırım."
Ev SahibesiFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202210,3bin okunma
Bu milyonların içinde yapayalnız yaşamaya mahkumsun sen. Bütün çabaların boşuna! Alınyazın ölüme kadar takip edecek seni. Kaderin çizdiği yalnızlık çemberinden çıkamayacaksın. O milyonlar belki adını duyacak fakat seni tanımayacaklar. Her yaklaştığın insan, biraz daha uzaklaşacak senden.
Ama düşün, hiç gelmeyeceğini anladığın anda, yıkılışın da büyük olacak. O zaman kendini anne yalnızlığının kollarına atacak, ağlayacaksın. Seni teselli etmeye yalnızlığın da gücü yetmeyecek artık. İster istemez ölümü düşüneceksin. Fakat ölüm bile seni istemeyecek, kabul etmeyecek. Çeşitli sebepler yaşamanı gerekli kılıyorsa, nasıl ölebilirsin? Görüyorsun ya ona bir an için de olsa seni kaybetmenin acısını tattıramayacaksın. Çaresizliğin bu kadar derin işte!
Sana istediğin, beklediğin en güzel şeyleri söylüyor. Seni sevdiğini, sensiz edemeyeceğini, inanacak mısın? Hayır değil mi? Çünkü seni sevmediğini ve sevemeyeceğini biliyorsun. Birbiriniz için yaratılmamışsınız.
Bir zaman ölümü düşünmüştüm. Onsuz yaşayamayacağımı sanıyordum. Bütün inançlarım, umutlarım bir bir terk etmişti beni. Milyonlarca kalbin çarptığı bir şehirde yapayalnızdım. Yaşamamı gerektiren bütün bağlar kopmuştu.
Ve biz insanlar yeryüzünün bütün güzelliklerine sırtımızı çevirmiş, kendi karanlık iç dünyamızın derinliklerine dalmıştık. Hiç sonu gelmeyecek çileli bir arayıştı yaşamımız. Neyi arıyorduk? Kimi arıyorduk? Bu kaybolmuşluğumuz daha ne kadar sürecekti? Bu susuzluğumuz, bu yıkılmışlığımız, bu kahrolmuşluğumuz?