Gün biter, mesai biter, kalabalık bu defa akşamın alacasında yokuş aşağı akmaya başlar. Gençler lüks mağazaların lüks vitrinlerinde sergilenen lüks mallara bakar bakar iç çeker.
Sonra gidip işportadan onların taklitlerini alırlar. Taklit tatmin etmez. Marka markadır. Hayata damgasını vurmuştur. Sahte mal sevinçleri, sahte gülüşleri doğurur. Gel-geç bir hayat başlar, hiçbir şey yerli yerince olamaz. Kalabalık, şu tüketime doğru savrulan kalabalık tüketimin hasını tüketemez. Doymaz bir türlü, tatmin olamaz. Gözü sürekli başkasının üstündedir. Bu yüzden aksi, isyankâr, pervasız, korkak, tutarsız kalır.
Mutsuzluk bu mu?
"...bence, saygınlık bulmak için,
sözde ayaktakımından uzak durması gerektiğini
sananla, yenilmekten korktuğu için düşmandan
kaçan alçak arasında bir ayrım yok."
Daha sonraları Osman'a, "Kimseyi kendi ölçülerinle yargılama, herkesi kendi ölçüleriyle yargıla," demişti,
"ahlaksız, benim ahlakıma uymayan değildir, ahlaksız kendi ahlakına uymayandır."