Hadisleri yazı ile tespitte böyle bir tereddüdün birtakım sebepleri olmalıdır. İbn Abdilberr, bu konuda üç sebep zikretmektedir: Birincisi, Arapların hıfz geleneği karşısında yazının garip karşılanması; ikincisi, Kuran yanında başka kitapların varlığının kaygı verici bir durum olarak nitelenmesi; üçüncüsü de yazının bir Yahudi âdeti olarak görülmesi ve Yahudilerin dinlerini yazı ile bozduklarına dair bir inancın bulunmasıdır.
Toplam olarak Kur’ân’ın yüzde 3’ü hukuka ve yüzde 0,05 ‘ i cezaya ayrılmıştır. Buna karşılık hemen hemen tamamı iman ve ahlâkı, “doğru yol”u, yani Allah’ın iradesini yerine getirmek için takip edilecek hedefleri konu edinir.
Kısmet, kişinin evleneceği şahıs, bulacağı iş, kazanacağı para, sahibi olacağı ev, veya arabanın nasıl olacağı ile ilgilidir. Nitekim insanlar, evlendiği kişiyi, sahip olduğu evi, kazandığı parayı hep kısmeti veya nasibi olarak görür. Beklentisini karşılarsa sevinir, aksine bir durum olursa üzülür. Her ikisini de kader olarak görmekle birlikte kötü bir sonuçla karşılaştığında bahtının karalığından, nasipsizliğinden, kısmetinin kapalılığından, şansızlığından, talihinin olmayışından veya kaderinin kötü yazılmasına söz eder. Ama bütün bunlar olurken kendi iradesinin payı ve sorumluğu hiç aklına gelmez. halbuki karşılaştığı sonuçların doğmasında kendi iradesini bir pay vardır. Aslında nasibi biraz da bu irade ile ortaya çıkmıştır
Dünya, insan için başlangıcı ve sonu belli bir zaman ve mekân koridorudur. Nitekim Kur'an'da insanın dünya hayatının kendisi dışında belirlendiği yani başlangıcının ve sonunun belli olduğu, “Bir canlıya ömür verilmesi de ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.(Fâtır 35/11) “ ifadesiyle açıkça dile getirilir.
Abdullâh b. Mes’ûd insanlara şöyle seslenmektedir: Sizden her kim bir yol tutmak isterse ölmüş olanların yolunu tutsun. Çünkü yaşayanların fitnesinden emin olunmaz. Ölmüş olanlar ise kalpleri en temiz, ilimleri en derin, yapmacıktan son derece uzak Peygamberin dostlarıdırlar. Onlar, Peygamberin sohbeti ve dinini yerine getirmek için Allah'ın seçtiği kimselerdir. Onların hakkını teslim ediniz, gösterdikleri yolu tutunuz Çünkü onlar doğru yol üzeredirler.
Bir Arap şairi “ Zamanı, bizi ölüme götüren bir gemi gibi görüyorum, ama hareketini göremiyorum.” Bir Türkçe şiirde ise şöyle ifade edilir: “ Mazî hayal, manzara- ı âtî henüz adem / Hal oynatır vücudumu bilmem nedir? Bir an imiş meâl -i kitabi vücudumun/ Ömrüm şu gamküsârım olan setr-i mürtesim
Yüce Allah bütün bu imkânları “siz” diye hitap ettiğini insan İçin hazırladığını beyan etmektedir. İmam Mâturîdî, ayetlerde geçen ‘uyku’ olgusuna dikkat çekmekte ve şöyle bir yorum getirmektedir: Aslında bu ayetler Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine işaret etmektedir. Ancak uyku, anılan işaretler içinde en baskın ve dikkat çekici olanıdır. Çünkü hiçbir canlı uyku karşısında direnememektedir. Küçük veya büyük, kral veya uyruk, başkan veya vatandaş, amir ve memur her statüden insan uyku karşısında âciz kalmakta ve alternatifi bulamamaktadır. Hatta diğer canlılar bile şöyle veya böyle nihayetinde uykuya yenik düşmektedir. Buradan yola çıkarak evren içindeki düzen, bir üst otorite tarafından kurulmuş ve âlem içindeki her varlık bu otoritenin ortaya koyduğu düzene, tıpkı uykuya boyun eğdiği gibi boyun emek zorunda kılınmıştır. Çünkü uyku insanın âcizliğinin en açık ve seçik göstergesidir
Biz, doğa hakkında modern bakış açımızdan hareketle bir yargıda bulunmamız sebebiyle, bir davranışdaki “yanlışlanandan”lardan “doğru” olan nedenselliğe ait nitelikleri nesnel olarak ayırt edebilir ve sonra da nedenselliğe ait yanlışlanan nitelikleri irrasyonel olarak ve yine buna kıyasla benzer hareketleri büyü olarak kurgulayabiliriz. Büyüsel eylemi gerçekleştiren kişi tarafından oldukça farklı bir ayrım yapılacaktır. Bilakis o, sorun dahilindeki olgunun daha büyük ya da daha küçük normalliği arasında ayrım yapacaktır. Örneğin her taş bir fetiş, büyüsel bir güç kaynağı olarak hizmet görmeyebilir. Yine, ilkel tecrübeye göre, meteoroloji, şifa dağıtma ve telepatide belli sonuçlar elde etmek için ön koşul olarak görülen ve vecdî durumlara sahip olma kapasitesi her şahısta olmayabilir. (Weber, 1966:2).
Gözlerimi yumdum ve ellerimle de yüzümü kapatarak şimdiki zamanı geçmişte unutmaya çalıştım. Ben düşlere dalmışken, çocukluğumun ve gençliğimin anıları tek tek geliyordu, yumuşak, sakin, güler yüzlü tıpkı beynimde dönüp duran karanlık ve karışık düşüncelerin uçurumun üzerindeki çiçek adaları gibi.
Ah, sırtlan çığlıkları atan iğrenç halk! Bundan kurtulamayacağımı, kaçamayacağımı, affımın gelmeyeceğini kim bilir? Beni affetmemeleri imkânsız!
Ah, alçaklar, merdivenden çıkarıyorlardır şimdi...
SAAT DÖRT
Kendi kendime şöyle dedim:
“Madem yazı yazma imkânım var, neden bunu yapmıyorum? Ama ne yazacağım? Çıplak ve soğuk dört duvar arasına kapatılmışken, adımlarım özgür değilken, görüş alanımda bir ufuk yokken, her gün kapımdaki gözetleme deliğinin karanlık duvarda açtığı o bez beyazımtırak karenin ağır hareketini takip ederek gayriihtiyari meşgul olurken beni oyalayan biricik şeyle, biraz önce söyledigim gibi, bir fikirle bir suç ve ceza, cinayet ve ölüm fikriyle tek başımayken, bu dünyada yapacak bir işi olmayan benim söyleyecek neyim olabilir ki? Bu pörsümüş ve boş beyinde yazılacak yazılmaya değer ne bulabilirdim?
Aşk derttir. Devası da yine aşktır. Derdi, dermandır aşığa.
Aşıkları derdi yakmaz ve yıkmaz. Aksine âşığın derdi yakıtıdır sinesini aydınlatan. Dert âşığın nârı değil nurudur. Onu yıkan derdini dökecek bir dost yokluğudur... Gözyaşını içine akıtan yalnızlık..