bir yıldız kaydı gökyüzünden.
kesip biçti baştan başa,
keskin bir bıçak gibi
siyah örtüsünü gecenin.
geçiyor zaman
koşuyor günler, deli atlar gibi
gölgeler belli belirsiz.
ay ışığı ölgün ve bitkin.
Ay ışığının denize yansıması gibi gece ...
Anılar bir bir yansır günyüzüne ...
Sisler arkasından görünür hisler buğulu buğulu ...
Acı gerçekler birbirini anımsatırken ;
Gece , mutlu anlar güldürür yüzünü ...
Yıldızın kayması gibi ani gecenin sırrı ...
Gözlerin ışığı sönmüştür ;
Geceyi , beynin derinlikleri ve kalp görür sadece..
Gelgelelim rastlantının matkap uçları elmastandır ve içinde bolca tehlikeli tuzak barındıran kader, hiç umulmadık bir yerden kendine bir kapı bulmayı bilir ve kaya gibi sert mizaçları bile temelinden sarsarak darmadağın eder.
Onun güldüğünü de gören olmamıştı; bu konuda da hayvanlara benzerdi, çünkü konuşma yeteneğini kaybetmekten daha korkunç bir şey vardı belki, duygunun mutlu ve özgür bir biçimde vurumu olan gülmek, Tanrı'nın bilinçsiz canlılardan esirgenmemişti.
Liebmann, ilk kez bir yılını kaybettiğinde uğradığı o değişimi çok iyi anımsıyordu. Aşırı ancak sonuçsuz çalışma isteği o günlerde ağır ağır zayıflamış, can sıkıcı bir lakaytlığa dönüşmüştü; edebiyata ve sanata duyduğu ilgi ansızın zorla kesilmiş ve bu darbenin acımasızlığını bedeninde en derinden hissetmişti. Çalışma azmi gitgide sönmüş ve zihni verimsiz düşlerin hayal dünyasında yitip gitmişti; bu düşler merkezine daima Liebmann'ı oturtuyor ve güçsüzlüğünden dolayı yaşamında asla erişemediği binlerce biçim ve kazanımla gözünü boyuyordu. O da böylece ağır ağır çökmeye ve avarelik yapmaya başlamıştı. İkinci kez bir yıl daha kaybettiğinde neredeyse hiçbir şey hissetmemiş, ancak çökmeye başladığını ve bunun önüne geçemediğini sezmişti. Yirmi bir yaşında hala lise sıralarında oturuyor olmak, üstesinden gelemediği ve ona her şeyi unutturan tek acıydı.
Bu tuhaf sokaklar yalnızca geceleri yaşarlar, gündüzleri boz rengi soğuk maskeler takınırlar ve bu maskelerinin altından onları yalnızca bilenler tanır.
Parasını çabucak harcamaya alışkın olmadığı kolayca anlaşılıyordu, oysa denizciler paralarını şıngır şıngır öten ceplerinden bir çırpıda çıkarıp masanın üzerine atarlardı
Sokak yine sessizliğe gömülmüştü, solgun mehtabın puslu ışığında birkaç pencere belli belirsiz ışıldıyordu. Durdum ve bu ses sizliği soluğumla içime çektim, tuhaf gelmişti bana, çünkü ardında sır, şehvet ve tehlikenin uğultusu vardı. Bu sessizliğin sahte olduğunu ve bu sokağın kasvet dolu pususunun ardında dünyanın kokuşmuşluğuna dair bir şeyin yanıp söndüğünü açıkça duyumsuyordum. Ama öylece durdum, ilerlemediın ve boşluğa kulak verdim. Artık ne kenti ne so kağı hissediyordum, ne sokağın adını ne de kendi adımı; burada yabancı olduğumu, tanımadığım bir yerde her şey den müthiş bir biçimde arınmış olarak durduğumu duyum suyordum yalnızca; hiçbir amacım, mesajım, bağlantım olmadığı halde çevremdeki hüzünlü yaşamı derimin altından akan kanım kadar yoğun algılıyordum.