Hasan Ali Toptaş'ın çok sevdiğim bir sözü vardır: 'Sanat söz konusuysa, bilginin kendisi değil buharı muteberdir.' İşte, Martin Eden romanını yalnızca bu söz ile bile özetleyebiliriz.
Jack London Martin Eden'da, hayata dair bir insanın aklında oluşabilecek tüm düşünsel kuramları, felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi, bilimi, tarih boyunca karşılaşılmış tüm yönetim biçimlerini, insan olmanın anlamını, yaşamı, toplumu, sahte güzelliği, gizli cevherleri ve gerçekliği bir kapta ısıtıyor ve bize kokusunu sunuyor. Demek istediğim şu; London anlatmıyor, yaşatıyor.
Jack London öyle akıl almaz bir yazar ki, sanki aramızda değil, bulutların üzerinden her şeyi görüyor. İşte Martin Eden'ın yolculuğu da böyle başlıyor. London, toplumun en dibindeki, çoğu insan için değersiz bir karakteri ellerinden tutuyor ve ona öğrenmeyi öğreterek o hep hayalini kurduğu bulutlar üzerindeki yere çıkışının serüvenini anlatıyor. Ve bulutlarda ona katılan Martin Eden, tıpkı Jack London gibi fark ediyor ki, nereden bakarsanız bakın dünya aynı dünya.
Kuşkusuz ki Martin Eden hayatımda okuduğum en iyi on roman arasında. Bir ders kitabı, bir aşk romanı, bir başarı rehberi, bir edebiyat sözlüğü, düşünsel bir mucize, tarihi bir eleştiri...
Hepsinin ötesinde, kapımızın önündeki basit bir hikaye.
Jack London'ın vizyonu ve Martin Eden'ın düşünceleri karşısında yerlere kadar eğiliyorum.
MUHTEŞEM!