"Nasıl herkese duyurayım da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim,ben bu anlattığınız değilim.Yûsuf'u ben nasıl yeri? ben Yusuf'u nasıl yerim?
sözünün bu kısmına gelince kurt,nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüyler ile kaplı göğsü,Ön ayakları Ön ayakları ıslandı. Bir âh çektim derinden derine. Islak burnu daha bir ıslandı .Ve devam etti:
Ben şimdi Adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi ne ile nasıl yıkayayım? öyle bir leke ki değil bana yeter Kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım,bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavruları ile birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin ya da adımı temize çıksın."
Bazen kendi kendine: "Niçin ben hiçbir şey değilim?" diye sorar ve buna kandırıcı bir cevap bulup veremezdi.
Kendisinin dünyaya bir iş için geldiğini müphem bir şekilde hissediyor, fakat bu işin ne olduğunu bilmiyor ve etrafında kendisine "Bu benim işim!" dedirtecek bir şey göremiyordu.
Yusuf bunları tahlil edecek seviyede olmamakla beraber, "yerini bulamama"nın azabını bütün teferruatıyla duymakta idi. Bu his herhangi bir işsizliğin verdiği can sıkıntısı veya endişeye benzemiyor, insanı gözle görülür bir şekilde eziyor ve yavaş yavaş, hayatta lüzumsuz olduğu kanaatini uyandırıyordu. Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak... Tükenmek bilmez bir sabırla meçhulü beklemek... Nihayet bütün bunları sisli bir havadaki ağaçlar gibi belli belirsiz, karışık bir şekilde hissetmek... Bu, uzun zaman dayanılır şeylerden değildi.