.... Havada misk kokusu vardı; döşeme kırmızı ve mavi halılarla kaplıydı. İmamın arkasında, saflarda yüzlerce insan dizilmişti; hep birden eğilip kalkıyorlar, diz çöküp oturuyorlar ve alınlarını yere koyuyorlardı: Bütün bu düzenli hareketlerde, insana hem bu hayatın ciddiyetini hatırlatan, hem de başka bir hayata yönelmiş olmanın heyecanını tattıran olağanüstü ama yalın, çekip götüren bir şey vardı.
Bunu söylerken maddî gelişmeyi kötü ve gereksiz bulduğum sonucu çıkarılsın istemem; tersine onu her zaman iyi ve gerekli buluyordum. Fakat şuna da inanıyordum ki, maddî ilerleme, ruhsal tutumumuzun yeniden yönlendirilmesiyle, mutlak değerlere yönelmiş yeni bir inançla el ele yürümedikçe, insan mutluluğunun sınırlarını genişletmek olduğu iddia edilen amacında asla başarıya ulaşamayacaktır.
artık kendimden bile haber alamadığım bu yerde
iki tekme savuracağım diye
otuz adım geriye gittiğim öfkem
yolda sevgiye dönüşüyor
çalmayan kapının da sesi var diyerek
ardına kadar açtığım şeyler
nasıl gelmiyormuşsun diye baktığım yol
nasıl geçmiyormuşsun diye baktığım sokak
Görünüz...
Bir minicik böceciğin büyüklenenden büyük olduğu,
Büyüğün küçüğe muhtaç olduğu,
Küçüğün hârikulâde büyüklüğünün yanında büyüğün fevkalâde büyüklüğünün üftâde olduğu hatırlatıldı...
Hâl bu iken, o sana uzanmış, düştüm tut da kalkayım diyen elin sen yardım et diye değil, tut ki sana yardım edeyim diye uzanan bizâtihi Allah'ın eli olduğunu da hatırlayamadın sen.
Hatırlatayım...
Kimileyin titrek bir el uzanır sana, düştüm tut da kalkayım diye uzanır, hatırladın mı?
Hatırladın, evet, fitreni zekâtını tastamam verdiğini, fakire sadakanı, hastaya çorbanı gönlün coşa coşa verdiğini gururla hatırladın, tebrik ederim. De işte, hatırlaya hatırlaya sencileyin insan hatırladın be Kardeşim. Uzanan o titrek ellerin ucunda hep insan sûreti hatırladın, pislikten gözü kapanmış, çamurun içinde can çekişen bir kedi hatırlamadın, açlıktan kaburgaları derisini delmiş bir köpek hatırlamadın, yuvasından düşmüş bir saksağan yavrusu hatırlamadın.