Önce annem vardı. Ve annemin sesi, gözü, eli vardı her sözcükte. Soluklarımın saymanıydı annem. Evdi, bahçeydi, odaların toplamıydı. Ve her şeyin üstünde silinmesi olanaksız bir toz gibi çökelleşmişti.
Şişenin içinde mostralık ya da turşuluk ruhlara dönmüştüm. Tıpalı çıkmazımı anlatmak için başka hiçbir söz, başka hiçbir benzetme bulamıyordum. Kişiliğim yavaş yavaş parmaklarımın arasında akıp gidiyor, eriyordu. Ama nereye doğru? Şişe sımsıkı kapalı. Ne bir çatlağı vardı ne de başımı sokacak kuytu bir kenarı.
Mrs. Valley dünyaları cebinden çıkaracak kadar kocaman bir kadındı. Her yerde dünya kadar ağırlığı vardı. Köküne kadar dünyada idi. Okumamıştı. Daha iyisini yapmıştı. Tepeden tırnağa kadar yaşamıştı. Adiliğinde bile hayatın yontulmamış sürükleyiciliği vardı.
Ceplerim boş zamanla dolu idi. Dünyalar dolusu öldürecek zamanım vardı. Kütüphane ta karşımızdaydı. Kütüphane, günlerimin mezbahası olmuştu. Can sıkıntımın satırı ile günlerin kellesini uçurup duruyordum bir bir. Kütüphanede birçok kitap elimden geçti. Ama bir sayfacığını olsun yutturamadım havsalama. Kitaplar bir kulağımdan girip öteki uçurumuma dökülüyordu.