Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kıyıya çıkmanın vakti geldi, sensizlik hikayelerimi noktalamak istiyorum. Nokta dersem bit, virgül dersem devam et...
Kapalı bir sandığın içinde gün ışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben. Hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten. Beni keşfetmeye çalışmanı da keşfettiğini sanmanı da istemem. Tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanıyamamışken kendimizi. Başkaları hakkında edinilen bilgiler, çöplükten gelişigüzel çıkarılan yiyeceklere benzer. Tadına varamayacak olduktan sonra, kokutmak zorunda değiliz beynimizde.
Reklam
"Sanıyor musun ki eğer iktidara sahip olmaya hakkım olup olmadığını kendime sormaya başlamışsam, demek ki insan benim için bir bit değildir... Kimin ki aklına böyle bir soru hiç gelmez ve doğruca hedefin üstüne yürür gider, insan onun için bir bittir. Eğer ben "Napolyon olsam gider miydim gitmez miydim?" diye kendi kendimi yiyip bitirmişsem; bir Napolyon olmadığımı açıkça hissetmiş olmalıyım."
"Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o kadar uzaktır saçmalık."
"Şimdi önünde iki seçenek var. Ya atlayacaksın denize, dalgaları filan unutup, sen de bir katre olacaksın onun içinde. Ya da kıyıda oturup, bekleyeceksin. Dalgaların kıyıya vurup, parçalanmasını seyreyleyeceksin. O zaman da onlar birer katre olacak gözlerinin önünde. İki türlü yaşanır hayat eğer bir şeye benzeyecekse. Ya kendini yok edeceksin hayatın içinde, ya da hayatını yok edeceksin kendinde."
"...İnsanlıkdışı koşullarda yaşayıp etkilenmemek dayanıklılık ya da dirençlilik sayılmaz ki. Hepimizin yaşamları kısıtlandı. Körü körüne bir bekleyiş içindeyiz. Katlanmak her geçen gün zorlaşıyor. İnsanca tepkiler vermekten vazgeçmeye dayanıklılık diyorsanız, gerçekten de dayanıklı değilim öyleyse. Artık nereye gönderileceksem gitmek istiyorum; hapishane ya da her neresiyse..."
Reklam
...O iskemlede oturan yorgun bedenimin, bunca gündür yaşadığım gerilimin ardından iyice yıpranmış duygularımın, düşüncelerimin ortasına kocaman bir delik açtığının farkındaydı. Bana bir çay söyledi. Hüseyin'in anlattığı askerlik hikâyesi aklıma gelmedi bile. Çayımı bitirene kadar bana hiç soru sormadılar,beklediler. Hepsi karşımda duruyordu. Çay bitti. Hâlâ öylece duruyorduk. Aralarında fısıldaşıyorlardı,hiçbir şey anlamıyordum. Bardak elimde kalmıştı, ne yapacağımı bilemiyordum. Yanımda masa varmış gibi geliyordu bana, bardağı o tarafa uzatıyordum, olmuyordu. Biraz sonra öbür tarafa uzatıyordum, olmuyordu. O yanda masa olmadığını bildiğim halde karşıma doğru uzatıyordum,gene olmuyordu tabii. Sinirlerim bozulmuştu.Hiç kimse elimdeki bardağı almıyordu. Elindeki boş çay bardağını bile bir yere koyamayan zavallının biriydim. Ne kadar da acizdim. Gözyaşlarına kontrol edemedim. Gözlerim doldu, doldu. Gözyaşlarını akmasın diye kendimi zor tutuyordum.Birden boşaldı, kumaş gözbağmın altından akmaya başladı. Bardağı fırlatmak istiyordum.'Onun yüzünden,' diye düşünüyordum, 'onun yüzünden,onun yüzünden!..'
"Ürpermiştim. Aklımdan peş peşe ve hızla binlerce şey geçiyordu; ne düşüneceğimi, nasıl davranacağımı kestiremiyordum. Korkumu, heyecanımı bir yana koysam bile bütün bu olup bitenleri kendime konduramıyordum. Burada böyle çaresizce oturmayı hazmedemiyordum. Kişiliğimle,onurumla oynanıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum."
...Öğleden sonra on altı tane lise öğretmeni getirdiler; hepsi bir arada, tekmili birden. Adamları dayaktan perişan etmişlerdi, iki elleri de pide gibi kabarmıştı.Biri bizim hücreye düştü. Bakırköylü bir beden eğitimi öğretmeni. Öğrencilerle birlikte adaya gitmişler,hepsi birlikte marşlar söylemişler. Bunun üzerine tüm okulu askeriye sarmış, çocukları dövüp,bırakmışlar; öğretmenleri de buraya getirmişler.Adam çok üzgün ve telaşlıydı. Sinirleri iyice bozulmuştu. Bu işin bu kadarla kalmamasından korkuyordu, geleceği için kaygılanıyordu."Mesleğimi kaybedersem ne yaparım?" dedi. Yoksul biriydi üstelik...
"Duvarlara bakıyordum. Üstündeki dikenli teller ne kadar da amaçsız, diye düşünmüştüm. Buradan kaçmak bir yana, insanın yukarı bakarken bile başı dönüyordu, bir de dikenli tele ne gerek vardı ki. Ama işte tam da o teli gerenlerin düşündüğü gibi, buradaki avlu, bu amaçsız gibi görünen dikenli tellerle ürkütücü olmuştu."
Reklam
'Yol'un senaryosunun bitiş tarihi 23 Ocak 1980'di. Arkasından 'Dağ' adlı bir senaryoya başlamayı tasarlıyorduk. 'Dağ' hakkında da uzun uzun konuşmuştuk. Onda da oynamamı kararlaştırmıştık. 'Yol'daki rolüm Bingöl'deydi. Onu tamamlayınca Muş'a geçecek, 'Dağ' filmine başlayacaktık.'Dağ'ın yönetmenliğini Zeki Ökten yapacaktı. Öncelikle sansürden geçirmek gerekiyordu. Aldım senaryoyu, gene ben götürdüm Sansür Kurulu'na. Reddedildi. Daha sonra Danıştay'a başvurduk, orada da reddedildi. Gerekçe ikisinde de aynıydı: 'Dağı aşmak, emperyalizme karşı bir savaştır; burada 'dağ' bir simge olarak kullanılmakta, bilinmeyen güçlere karşı savaşmak anlamına gelmektedir' gibisinden iki sayfa dolusu yazmışlardı. Büyük bir keyif ve mutlulukla planlanan, ama hayata geçirilememiş bu hikâye, dağın ardında kurulu bir köyde başlıyordu. Yolları kardan kapandığı için kuruldu kurulalı bu köyden kışın kimse kasabaya inmemişti. Oynayacağım adamın oğlu ölüm döşeğindeydi. Dört arkadaş, yüzyıllardır kimsenin yapamadığını yapmayı göze alıp hasta oğlanı hastaneye yetiştirmek üzere, hem dağı, hem de köyün kaderini aşmaya karar veriyorlardı.Yolda önce hasta çocuk ölecekti. Ama baba,ötekilerden bunu saklayacaktı. Günler sonra iki ölü daha verilecekti. Her şeye karşın kasabaya inildiğinde baba, sadece, "Başardık," diyecekti... Bu film, 'Yol' kadar büyük bir projeydi ama onun kadar şanslı değildi...
Sokaklardan, caddelerden geçiyorduk. Bir sürü araba, üst üste insanlar, kalabalık... Herkes birbirinin yaşamından habersiz,bir yol tutturmuş gidiyordu, kimse kimsenin umurunda değildi; kimse böyle bir çaba içinde de değildi. Derin bir nefret duydum. "Hapse girmek istiyorum, çünkü bu kalabalığı hiç sevmiyorum,"
Hakaretamiz bir teselli var aklımın söylediklerinde. 'İnsan denilen mahluk, alabildiğine basit ve acizdir bir yanıyla'. Sebeb olduğu sonuçlardan ziyade, tesadüfler damgasını vurur hayatına... Derhal itiraz ediyor yüreğim. 'İnsan denilen mahluk, alabildiğine karmaşık ve kabiliyetlidir bir yanıyla' Tesadüf sandıklarımız, bizzat sebeb olduğumuz sonuçlara mim koyar yalnızca. Böylesine muktedirken eşrefi mahlukat, yaptıklarından dolayı nereye kadar mazur görülebilir?
"En kötü yanı gidememek değil, kalamamaktır aslında..."
"Talih ondan yanaydı, çünkü talih böyle bir iddiayla karşısına çıkanları sınamaya bayılır."
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.