“Kapalı bir sandığın içinde gün ışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben. Hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten. Beni keşfetmeye çalışmanı da keşfettiğini sanmanı da istemem. Tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanıyamamışken kendimizi…”
Hayatımızdaki taşların tamamını yerinden oynatan öyle bir haksızlığa uğramışızdır ki, günün her anında bunu dile getirebilmek için çocuğumuzun adını “Haksızlık” koyarız. Neden olmasın? Olabilir.
1.Dünya Savaşı esnasında yıkılan çarlık rejiminin altında kalan, dağılan bir imparatorluktan, dağılmakta olan bir başka imparatorluğa kaçan Agripina Antipova ve Pavel Antipov.. Tattığı , dokunduğu, hissettiği her şeyin rengini gören bir sinesteziğin gözünden İstanbul ne renktir sahiden? Yenilginin ruhta yarattığı eziklikten kurtulmanın en iyi yolu, aynı mücadeleye farklı bir “ben” olarak dönmek değil midir? Bu hal, mutlak galibiyeti garanti etmese de, pek çoğumuz için gönül rahatlığıyla ölmeyi garanti eder.
Kendi halinde bir apartmanın ve apartman sakinlerinin hikayesi ve daha öncesi ve daha daha öncesi.
Unutmadan, buralar eskiden hep mezarlıktı.