Ahmet Altan... İnsan psikolojisini öyle bir işlemiş ki, sanki yarattığı her bir karakterin içine girmiş, her birinin yaşadığı şeylerin aynısını yaşamış ve kendinde hissettiği şeyleri kaleme dökmüş gibi. O kadar etkiliyici ki, o kadar içten ve bir o kadar da bizden ki! Her bir karakterde kendinizi, iç dünyanızı, ruh halinizi, gelgitlerinizi görebiliyorsunuz. Bu muhteşem bir şey. Okuduğunuz her cümlede 'evet ben de aynen böyle derdim, böyle hissederdim, bunu yapardım ya da yapmazdım' diye diye alıp götürüyor sizi, farklı duygular içerisinde gezintiye çıkararak.. Yelda'nın Selim ile yaşadığı aşkı okurken bazı yerlerde içiniz ürperiyor, bazı yerlerde acı çekiyorsunuz onlarla birlikte. Ya da onlarla birlikte mutlu olup onların hayallerine ortak oluyor ve siz de Hêja ismindeki çocuğu alıp büyütmek istiyorsunuz. Bir Hêja'nız olsun istiyorsunuz... O bir umuttur artık çünkü sizin için. Güzel bir umut. Ama bu umudu öldürdüklerinde, işte o an en uzun gecenin başladığını anlayabiliyorsunuz. O en uzun gecede acılar peş peşe geliyor, hiç durmadan, acımasızca vuruyor sizi. Nasıl en uzun gece olmasın ki sizin için? Henüz daha ne yaşayabilirim, neyi görebilirim derken başka bir acı bitiveriyor karşınızda. Hayır diyor daha bitmedi o en uzun gece.. Bitmedi, bitmiyor ve bitmeyecek belki ama Hêja, o çocuk, o umut hep var olacak.. Yaşamak, acılara rağmen.. Bu var olacak, olmalı!