Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

büşra

Cansıkıntısı kendilik değerimiz için büyük bir tehdittir çünkü. Canı sıkılan insan kendini tek başına bıra­kılmış, yaşam duygusundan yoksun, anlamsız hisseder. Hayatın kendisi de manadan yoksun olarak algılanır. Neredeyse yok ol­mayla eş bir duygudur cansıkıntısı, yavaş yavaş ölmek demektir.
Reklam
Aşk cinsel arzularımızın dindirildiği bir kaynaktır bir bakıma. Ama Lacan der ki: “Arzunun nesnesi yoktur, doyurulamaz, doyurulan yal­nızca gereksinimlerdir.” Bilindiği gibi psikanaliz bebeğin ilk cin­sel deneyimini anne memesiyle yaşadığını söyler. Bebek anne me­mesini arzular. Acıkır, ağlar. Anne meme verir, açlık biter, be­bek susar. Burada doyurulan açlıktır, arzu değil. Arzu hep doyu­rulmadan kalır. Aşkta da doyurulan, kim bilir belki de yalnızca gereksinimlerimizdir. Güven, şefkat, yalnızlıktan kurtulma gibi. Bu gereksinimlerin doyurulduğu huzur ortamında, bir süre sonra tekrar kıpırdanmaya başlar doyurulmadan kalan arzular.
Şema­nızı oluşturan anılara, nedenlere saygı duymaya çalışın. Çocukluğu­nuzda, duygusal olarak hayatta kalmak için bu çok önemliydi. O za­manlar size yardımı olan bu şey, şimdi canınızı acıtmaktadır. Dolayı­sıyla artık bunu bırakma zamanıdır. Şu an, kendinizi feda etmekten ve mağlubiyetten uzak bir yolculuğa başlama ve hayatınızı kendiniz için düzenleme zamanıdır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Şemanız, kendi farkındalığını­zın ve dünya görüşünüzün merkezindedir. Doğal olarak da yaşamak için savaş verir. Ne kadar kötü sonuçları olursa olsun, rahatlığı ve tesel­Iiyi kendi şemanızda bulabilirsiniz. Dolayısıyla değişim yavaş olsa bi­le, cesaretinizi kaybetmeden devam edin.
Ötkeniz, sağlıklı bir parçanızdır. Yararlı bir amaca hizmet etmek­tedir ve size başkalarıyla kurduğunuz yolu değiştirmeniz gerektiğini söyler. Öfkeniz, farklı şeyler arayan, değişmek isteyen ve büyüyen yan­larınızdan haberdar olmanıza yardımcı olur. Benlik algınızdan haber­ dar olmanızın en güçlü yolu öfkenizdir. Öfkeniz, bir şeyler istediğinize dair bir ipucu olabilir.
Reklam
Öfkenin işaretleri olarak sinirden kıpkırmızı olmuş yüzleri, en yük­ sek perdeden gelen bağırışları, sertçe çarpılan kapıları görürüz. Ancak öfke sık sık çok başka işaretlerle kendisini belli eder. İnsan öfkeli oldu­ ğunun farkına varmadığı ya da anlasa da kabul etmek istemediği zaman­ larda içinde biriken öfke uyuşukluğa dönüşür.
Cinsellik, en önemli sorumluluklarımız ve değerlerimizin kimileriyle saçma, belki de hiçbir zaman çözülemeyecek bir çatışmaya girmekten hiç çekinmez. Bu du­rumda doğal olarak tek bir çözüm yoluna sarılırız: Cinselliğin taleplerini çoğunlukla bastırmayı deneriz. Aslında yapmamız gereken, cinselliğin doğası gereği tuhaf olduğunu kabul etmektir; cinselliğin şaşırtıcı talep­lerine normal tepkiler veremediğimiz için kendimizi suçlamak yerine bu gerçeği kabul etmek mantıklı olacaktır.
Kısa sürede başarı elde eden çoğu insan, daha sonradan kendi ken­dilerine zarar vermeye başlarlar (örneğin uyuşturucu ve alkol kullana­rak). Bunun altında kusurluluk şeması vardır. Bu durum ünlüler, oyun­cular ve girişimci kişiler için de bazen geçerlidir. Başarılı olmalarına karşın içlerinde bunu devam ettiremeyeceklerine inanırlar. Başarıyı de­vam ettirme baskısı, özellikle kendilerini kötü hissettikleri zaman da­ yanılmaz olur ve başa çıkacak gücü bulamayabilirler.
Daha önce de belirtildiği gibi, kusurluluk şemanızı tetikleyen part­nerlere karşı yoğun bir çekim hissedersiniz. Bunun en şaşırtıcı kısmı ise size iyi davranan insanlarla birlikte olduğunuzda onlardan sıkılma­ya başlarsınız. Bu tam bir çelişkidir: Çok sevilmek istersiniz ama eşiniz ne kadar çok sevgi verirse ondan o kadar az etkilendiğinizi hissedersi­niz.
Henüz okumadığımız bütün o kitaplar yüzünden suçluluk du­yuyoruz; ancak Augustine ya da Dante' den daha fazla kitap oku­muş olduğumuz gerçeğini görmezden geliyor, bu yüzden de sorunun kesin olarak tüketim miktarında değil de, tükettikleri­mizi hazmetme yöntemimizde olduğunu fark etmiyoruz.
Reklam
Ev, in­sanlık tarihinde gece geç gelinip sabah erken çıkılan anonim bir yurt değildi her zaman.
İnsanın evrimleşmiş cinsel doğasını inkar etmesinin çeşitli bedelleri vardır. Kişiler, çiftler, aileler ve toplumlar tarafından gece gündüz durmadan ödenen bedeller. 'Bu bedeller' E.O. Wilson'ın dediği gibi "Doğal eğilimlerimi­zi engellemek uğruna, daha az elle tutulur bir akçe olan mutluluk cinsinden ödenir." Toplumumuzun cinsel bas­tırmaya yaptığı yatırımın net kazanç mı yoksa net zarar mı getirdiği başka bir zamana saklayacağımız bir tartışma. Şimdilik, sadece doğa ile başa çıkmaya kalkışmanın riskli, yorucu ve çoğunlukla büyük yıkımla sonuçlanan bir çaba olabileceğini söylemekle yetineceğiz.
"Mitoloji günlük hayatın çiğ malzemesini, anlamlı bir hikaye oluş­turacak şekilde dokuduğumuz tezgahtır."
Gölge kişiliğimiz, kendimizden ve başkalarından sakladığı­mız yönlerimizi içerir ve zor durumlarda dış dünyaya yansıtılır. Freud'un bilinçdışında yer almayan gölge, ancak yönlendirilmiş irade ile bilinçli hale gelmektedir. Tüm bu alt kişilikler, toplum­sal bilinçdışı ile sürekli bağlantı halindedir. Bundan dolayı yapı­ları statik değil, dinamik ve değişkendir.
Dış dünyaya ait bilgilerimiz ne ölçüde gerçeğe delalet edebilir? Kendi mağarasında (ya da kendi kafatası ve beyni içinde) hapsolan bir zihin, kendi dışındaki gerçek dünyadan (idealar dünyası) mağaranın duvarına akseden gölgeler (gözlerle bilinçli zihinde oluşan gölgeler, suretler, imajlar) vasıtası ile kendi dışındaki dünyayı "gerçekte olduğu gibi" yanlışsız ve eksiksiz bir biçimde tanıyabilir mi? Zihnimizde oluşan görüntü ya da gerçeğin gölgesi, aslını ne kadar temsil edebilmektedir ve bize var olan gerçek hakkında ne kadar sağlıklı fikir vermektedir?
266 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.