Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

büşra

Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!...
Reklam
"Belki de seni görmeden önce aittim sana. Hayatım daha biçimlenirken sözlenmişti seninkiyle; Beklenmeyen bir karmaşada haberdar olmuştum adından Ruhun orada saklanmıştı benimkini uyandırmak için." Marceline Desbordes-Valmore, Élégies.[76]
Toplulukla Öyle birden, şiddetli bir uyum sağlana­maz Bu, yavaş, rutin bir zorlamayla gerçekleşir ve bu yüzden ayrı düşme kaygısı yatıştırılamaz. Alkolizm, uyuşturucu madde alışkanlığı, zora dayalı cinsellik ve intihar olaylarının çokluğu, çağdaş Batı toplamındaki sürüye uyumdaki başarısızlığın nisbî belirtileridir. Ay­rıca bu çözüm yolu vücutla değil, ağırlıklı olarak ka­fayla ilgilidir. Bu nedenle de dinsel kendinden geçme ayinlerine göre daha başarısızdır. Sürüye uyumun bir tek iyiliği vardır, o da zaman zaman tekrarlanmayıp, sürekli oluşudur. Birey üç, dört yaşlarında uyum gös­ terme düzenine katılır ve o andan sonra sürüyle olan, ilişkisi hiç kesintiye uğramaz. Hatta kişiyi bekleyen son büyük toplumsal isinde, cenaze töreninde bile bu uyum düzenine sıkı bir bağlılık vardır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsan zekâyla ödünlendirilmiştir. O, kendi kendini bilen bir yaşamdır; kendisinin, diğer insanların, geç­mişinin ve gelecekte onu bekleyen olasılıkların farkın­dadır. Kendi kendinin ayrı bîr varlık bilincinde olması, yaşam süresinin kısalığının, kendi kararıyla doğmayıp, belki sevdiklerinden önce, belki de onlar­ dan sonra, ama kendi isteği dışında öleceğini bilmesi, yalnızlığının ve ayrı olmasının farkında olup, doğal ve toplumsal güçler karşısında çaresiz kalışı, insanın ayrı ve kopuk yaşamını çekilmez bir hapishaneye çe­virmektedir. Eğer bu hapishaneden kurtulup dışarıya çıkamaz, kendisini dış dünyayla, bir başka İnsanla ya da düşünceyle bütünleştiremezse çıldırır.
İnsan, acı karşısında ve acı­ya rağmen yaşayabilmek için felsefenin acı hakkında düşünmeye yönlendiren, sağduyuya davet ederek "sakin ol" diyen sesine ku­lak vermelidir.
Reklam
Ortega y Gasset için insan olmak, yaşayan sorun, salt ve tehlikeye açık serüven, en çok da özünde dram olmaktır(Ortega y Gasset, 2007) ve bu yüzden de düşünmek, yaşamayı sürdürmek ve hayatta kalabilmek için mutlaktır.
Acıyla uğraşan, acıyı dindirmeye çalışan bir insan, acıyı ve acının nedenini anlamaya çalışan insandır ve bu insan, anlamak için felsefe yapmak, yani kendi varlığıyla, dünyayla, yaşamla ve ölümle hesaplaşmak zorundadır. Bu nedenle, bir acı çözümlemesi, felsefeden bağımsız yapılamaz.
Mesela, ünlü seks terapistlerinin söyledikleri bir şey var: "Biz sekste garantiyi seviyoruz." Herkeste bir performans kaygısı olduğu için. Nedir o? Ben orgazm olayım, karşımdaki de orgazm olsun. Çok kısa bir süre sonra birbirimizin en çok uyarı­lan noktalarını öğreniyoruz ve sevişmeler aynılaşıyor. Çünkü ben onun nasıl orgazm olacağını biliyorum. O da benim nasıl orgazm olacağımı biliyor. Birbirimize garantici bir şekilde hep aynı şeyle­ri yaşatıyoruz.
Murathan Mungan, "Aşıkken hiç şiir yazmadım, yaşadım. Bittikten sonra yazdım" der. Tabii. Acı, bize kendimiz üzerine düşünme gücü ve zorunlulu­ğu veriyor.
Yaşananın, yaşantılayanların sayısı kadar öyküsü vardır. Herkes yaşananı kendi bakış açısına göre yorumlar.
Reklam
Yapısal olarak baktığımızda utanç kendilikte bir yarılma­dır. Utandığımızda içimizdeki ötekiyle, yabancıyla karşılaşırız. Utanmak, onaylamadığımız, istemediğimiz “öteki” olmaktır. “Bu ben değilim,” deriz kendimize durmadan. “Bunu ben yapmış ola­mam.” Kendilikteki bu yarılma bir anlamda kişiliğin birliğinin, tekliğinin ortadan kalkması, bir dağılma halidir ve bir krizin ha­bercisidir.
Oysa cansıkıntısını bir işaret olarak algılayabildiğimizde, en azından aramaya başlarız, hayatımızda neyi değiştirmek istedi­ğimizi, neyi arzuladığımızı, bizim için neyin önemli olduğunu, öyleyse, cansıkıntısıyla başa çıkabilmek için önce onu kabul et­mek, anlamlı bir duygu olarak görebilmek gerekir. Bize bir şey söylemek isteyen, bize karşı değil bizim tarafımızda yer alan.
Arzularımız ve yaşam zorunlulukları arasındaki uçurum ne kadar büyükse, o kadar çok canımız sıkılır. Buradaki en önem­li sorun aslında bir anlamda eğitim sorunudur. Hepimiz sorum­luluklara arzularımızdan daha fazla önem verecek şekilde yetişti­riliriz. Öncelik sorumluluk ve ödevlerimizdedir. Canımız sıkılır. Cansıkıntısı istemediğimiz bir şeyin olmak zorunda olmasıdır.
Cansıkıntısı hayatımızdaki dönüm noktalarına işaret edebilir kimi zaman. Değişiklik zamanının geldiğine, yeni bir şeyler yap­mamız gerektiğine vurgu yapar, görmesini bilene. Cansıkıntısının olumlu anlamı belki de burada gizlidir. Hayatın nasıl devam et­mesini istediğimizi bulabilmek için cansıkıntımıza odaklanma- h, onun bize ne demek istediğini bulmalıyız. Bu anlamda cansıkıntısı kendimize, dünyaya, hayata karşı başka türlü bir duruşun, yani yeni bir uyum sürecinin başlaması gerektiğini işaret eder. Yeniden yapılanmayı başlatır.
Blaise Pascal’a göre: “Hayatta hiçbir şey işlevsizlik, tutkudan yoksunluk, yapacak hiçbir şeyin olmaması kadar dayanılmaz de­ğildir. Çünkü insan bu durumda kendi hiçliğini, terk edilmişli­ğini, yetersizliğini, güçsüzlüğünü ve içindeki boşluğu hisseder.”
266 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.