“Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak; sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak.”
-Nuri Bilge Ceylan / Kış Uykusu
"Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum, kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşk anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi."
Deniz, içimizi okuyordu. Deniz, biz neysek o oluyor, bize göre şekilleniyordu. Şimdi gülse, mavi mavi parlayacaktı sanki. Öfkelense, siyah siyah durulacaktı. Bazen güldü , bazen öfkelendi...
Derken büyük coşkusuyla dalgalar geldi. Deniz, kıyıdaki taşları alıyordu önce, atıyordu sonra geriye. Alıyordu, atıyordu ve anlıyorduk ki, hayat ne çok şey vermişti bize, belki de umduğumuz her şeyi...
Derken zaman geçti, görmeyi, yüzmeyi bırakıp denizin üstünde yürümeye çalıştık, dalgalar öylesine geldi ki üzerimize, hep yalpaladık, yapamadık. Öfkelendi, öyle öfkelendi ki masmavi deniz simsiyah duruldu birden rengini yitirip. Renkler soldu, zaman doldu. O eski masmavi fotoğrafların kokusu kaldı ardında, limanında çaresiz bekleyen bir küçük gemi, kıyaya atlayıp ölümü bekleyen birkaç balık bıraktı ardında. Ardında, ona ihtiyacı olan her şeyi bıraktı...