“Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem aydınlık hem karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete…”
İki şehrin hikâyesi… Bahsi geçen şehirler Londra ve Paris. Fransız Devrimi yılları. O dönemde yaşayan halkın ve onları yönetenlerin, aristokratların hayatları.
Kitabın ilk sayfaları biraz ağır ilerlese de ileri sayfalarda okudukça okuyasım geldi diyebilirim.
Olay yıllarca haksız yere tutsak kalmış Dr. Manette ve yakınları üzerinden şekilleniyor. Lucie, Darney, Carton, Mr. ve Ms. Defarge ve diğerleri. Bütün karakterler çok güzel ele alınmış ve betimlenmiş.
Dönemin birçok özelliğine değinilmiş bu eserde aslında adaletsizliğin yol açtığı sorunlara, heyecana, intikama, ihtiraslara, birkaç dakika içinde ölüm kararı verilmiş insanların çaresizliğine, aşka ve daha birçok duyguya, olaya yakından şahit olacaksınız.
Dünya edebiyatında en çok okunan eserlerden biri olan İki Şehrin Hikâyesi’ni okumayanlar için tavsiyemdir. Okuyun, okutturun. Kitapla kalın.
İki Şehrin Hikâyesi
Charles Dickens
