Eskiden, zırhımı bedenimin doğal bir uzantısı saydığım yıllarda, ağlamamaya öylesine şartlanmıştım ki, zamanla gözyaşının nasıl çağrıldığını unuttuğumun farkına varamadım. Bir gün artık ağlamadığımı değil, ağlayamadığımı anladığımda şaşırdımsa da pek umursamadım. Fakat Çiğdem Hanım'ın kalbimin magmasına çomak soktuğu terapilerle birlikte işin rengi değişti. Dolup da taşamadığım o süreçte, gözyaşı denen müstesna deterjanın içimin mahzenlerin yıkabileceğine ikna olarak, küsüp giden yaşlarımın gönlünü almanın yolunu aramaya başladım. Çiğdem Hanım'ın, "Rahat bırakın kendinizi, sıkmayın" telkinlerine rağmen sonuç fiyasko oldu, bulamadım. Sanki gözlerimin ardında fiziksel bir bariyer, bir gözyaşı barajı vardı da, yükselen damlacıklar oraya takılıyor,