"Peki ben sana nasıl sesleneyim? Zezé mi diyeyim?"
"Lütfen, Zezé yok artık. O budalanın tekiydi, geçmişte kaldı. Bir sokak çocuğu adıydı. Ben çok değiştim. Gayet terbiyeli, uslu bir çocuğum ben."
"Ve hüzünlü. Hepsinden öte, hüzünlü. Hatta belki de dünyanın en hüzünlü çocuklarından biri, ne dersin?"
"Biliyorum."
"Yeniden Zezé olmak ister miydin?"
"Hayatta hiçbir şey geri dönmez, Bir yanım istiyor. Bir yanım istemiyor. Durmadan dayak yemesi, aç kalması var..."
Gölgem gibi peşimi bırakmayan o eski acı yine üzerime çöküyordu. Eskisi gibi Zezé olayım, bir şeker portakalı fidanı edineyim, Portekizlimi bir kez daha kaybedeyim, öyle mi?
"Haydi, itiraf et. Yine de istemez miydin? O zamanlar, epeydir hissetmediğin bir şeye sahiptin. Küçücük ve çok güzel bir şey: sevecenlik... şefkat."
Pes edip başımla onayladım.