Cüneyd-i Bağdadî (ks) (ö.297 / 909) şöyle anlatır:
“Murâkabe hususunda bir kedi bana yol gösterdi. O kedi bir fare deliğine gözlerini dikmiş öylesine istiğrakla (yani tam dalmış olarak) bakıyordu ki bir tüyü bile kıpırdamıyordu. Onun bu teveccüh ve murâkabe haline hayran oldum. O sırada sırrıma nidâ olundu:
- Ey himmeti aşağı olan! Senin maksadın (amacın/hedefin) bu fare kadar mıdır?
Bu Hak yolunda himmetin bir kedininkinden az olursa acaba halin nice olur?
Bu hitaptan (seslenişten) uyandım (aklım başına geldi). Artık ondan sonra murâkabe yoluna (ciddiyetle) koyuldum (sonunda) maksadım hâsıl oldu (hedefime ulaştım).
Cüneyd-i Bağdadi ile Ebu Bekir Şibli hazretleri "rahmetullahi teala aleyhim ecmain" aynı günlerde hastalanıp yatağa düştüler. Hemen bir hekim çağırdılar. Hekim inkârcı biriydi, önce Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine geldi, sordu: "Şikâyetlerin nelerdir?" Cüneyd-i Bağdadi hazretleri: "Hiç" dedi ve şikayetini anlatmadı. Hekim, sonra Ebu Bekir Şibli hazretlerine geldi. Aynı soruyu ona da sorduğunda bir sürü şikâyet anlattı. Bir zaman sonra iyileştiler, Cüneyd, Şibli'ye: "Neden bu inkarcıya rahatsızlığını böyle söyledin?" diye sordu. Ebu Bekir Şibli hazretleri: "Dost olana dünyada böyle hastalıklar verilir, fakat ahireti mamur edilir, düşman olana ne yapılır! Bilsin istedim. Peki sen neden ağzını açmadın, hikmeti nedir?" dedi. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri: "Bir hikmeti yok, sadece dostu düşmana şikâyet etmekten utandım." buyurdu.
Kitap elif, lâm, ve mim kitabı olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. Aşama aşama Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin olgunlaşma evresine giden süreçten bahsediyor. Kitap sadece ilahi aşkı konu edinmiş değil, içersinde beşeri aşka dair güzel cümlelerde mevcut. Tarihi bilgilerin doğruluğu teyide muhtaç olmakla birlikte dönemin siyasi ve sosyal yapısının güzel bir şekilde fotoğrafı çekilmiş. Özellikle aşk, din ve tarih konularını okumaktan haz alan okuyucular tercih edebilir.
Herkese faydalı okumalar...
Cüneyd-i Bağdadi der ki:
- "Bela, ariflerin kandili, müridlerin uyarıcısı, mü'minlerin silahı, gafillerin helak olmasının sebebidir. Hiç kimse bela gelmeden ve belaya sabır göstermeden, imanın tadını alamaz."
Bağdat’ta ağustos sıcağı ortalığı yakıp kavurmaktadır. Herkes serinleyeceği gölge bir yer, ferahlatacak bir rüzgar arıyordu. Çarşı–Pazar kurulmuş, alışveriş başlamıştı.
Bu arada bir adam, yüksek dağların mağaralarından getirdiği buzları satıyordu. Buz kalıpları eriyip ziyan olmadan bir an önce onları satmalıydı. Gel gör ki ekonomik durgunluk sebebiyle fazla buz satılmıyordu. Öğle sıcağı bastırınca buzlar yavaş yavaş erimeye başladı. “Mal canın yongasıdır ya!”; tek sermayesi olan buzlarının gözü önünde eridiğini görmek, adamın içini de eritiyordu. Erimenin hızlanmasıyla içi yanan adam şöyle bağırmaya başladı: “Sermayesi tükenen adama yardım edin! Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?..”
O sırada talebeleriyle oradan geçmekte olan büyük veli Cüneyd-i Bağdadî bu sözleri duyunca birden durdu ve olduğu yere çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Talebeler telaşlandılar ve “Ne oldu hocam?” diye sordular. Cüneyd-i Bağdadî: “Şu adamın söylediklerine dikkat edin.”diyerek buz satıcısının tarafına baktı. Adam, içinin yandığı sesinden belli olacak şekilde sürekli bağırıyordu: “Sermayesi tükenen buzcudan alışveriş yapan yok mu?” Büyük veli talebelerine döndü: “Bu sözler beni sarstı. Eriyenin sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak, adamın maddi sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Saniye saniye, dakika dakika ömür buzumuz eriyor, anlıyor musunuz? Adamın buzların erimesine olduğu kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlanmayanlara yazıklar olsun…”
Cüneyd Bağdadi Hazretleri demiştir ki: "İnsanın kendini nimete layık görmemesine şükür denir."
Şeyh Şiblî Hazretleri ise: "Şükür nimeti değil, nimet vereni görmektir." demiştir.