Elbette Jacques ile Efendisi'nin bir uyarlama olmadığını söylemem gerek; bu benim kendi oyunumdur, kendi "Diderot varyasyonumdur" ya da, bir hayranlığın eseri olduğu madem ortada, bu benim "Diderot'nun hatırasına armağanımdır."
Sayfa 17 - Bir varyasyona girişKitabı okudu
Niyetim sanat eserlerinin dokunulmaz bekâretini müdafaa etmek değil. Şüphesiz Shakespeare bile başkaları tarafından yaratılan eserleri baştan kaleme almıştır. Fakat uyarlamamıştır, kendi varyasyonlarının temel konusu yapmak üzere başka eserlerden faydalanmış ve bu varyasyonların yüce üstadı kendisi olmuştur. Diderot, dizinden yaralanan, yük arabasıyla taşınıp, güzel bir kadın tarafından bakılan Jacques'ın öyküsünü Sterne'den ödünç almıştır. Bunu yaparken ne onu taklit etmiş ne de uyarlamıştır. Sterne'ün temel konusu üzerine inşa edilmiş bir varyasyon kaleme almıştır.
Sayfa 16 - Bir varyasyona girişKitabı okudu
Reklam
Bunlara ilaveten bir anlayış farkı da söz konusudur: Vaiz Sterne'ün kitabı, inançsız ruh ile duygulara teslimiyet arasında bir uzlaşmadır, Victoria döneminin edepli koridorlarında Rabelais'ye özgü neşeye duyulan özlemdir. Diderot'nun romanı, ardan ve otosansürden azade bir özgürlük ve duyguların ardına saklanmayan bir erotizm patlamasıdır.
Sayfa 15 - Bir varyasyona girişKitabı okudu
Diderot'da birbirlerinin lafına girerek romanın öykülerini anlatan beş anlatıcıya rastlarız: Yazarın kendisi (okuruyla muhatap olarak); Efendi (Jacques ile muhatap olarak); Jacques (efendisiyle muhatap olarak); Hancı Kadın (müşterileriyle muhatap olarak); ve Arcis Markisi. Birbirinden farklı bütün bu öykülerin dile getirilişinde kullanılan baskın yöntem -eşsiz bir ustalıkla yazılmış- diyalogdur. Anlatıcılar bu diyalogları birbirleriyle diyalog halindeyken dile getirirler (diyaloglar başka diyaloglarla iç içe geçer) öyle ki romanın bütünü, yüksek sesle telaffuz edilen başı sonu olmayan bir sohbettir.
Sayfa 15 - Bir varyasyona girişKitabı okudu
Tristram Shandy ile Kaderci Jacques arasındaki farklılıkların, aradaki benzerliklerden aşağı kalır yanı yoktur. Her şeyden önce bir mizaç farkı söz konusudur: Sterne yavaştır; yöntemini yavaşlamak üzerine inşa etmiştir; dünyaya mikroskopunun ardından bakar (sonradan James Joyce'un yapacağı gibi zamanı durdurmasını ve tek bir saniyeyi hayatın içinden çekip çıkartmasını bilir). Diderot hızlıdır; yöntemini hızlanmak üzerine inşa etmiştir; dünyaya teleskopunun ardından bakar (Kaderci Jacques'ın ilk sayfalarından daha çarpıcı bir roman başlangıcı okumuş değilim: Ustalıkla yükselip alçalan sesler, ritim duygusu, ilk cümlelerdeki prestissimo').
Bir varyasyona girişKitabı okudu
XVIII. yüzyılı sevdiğimi birçok defa dile getirdim. İşin doğrusu bütün XVIII. yüzyılı sevdiğim söylenemez, ben Diderot'yu severim. Daha doğrusu, romanlarını severim. Daha da doğrusu, Kaderci Jacques'ı severim. Diderot'ya yönelik bu bakış açım elbette fazlasıyla kişiseldir, fakat olumlanmasının da pekâlâ mümkün olabileceğini düşünüyorum: Doğruya doğru, oyun yazarı Diderot olmasa da olur deyip geçmek mümkün; illa gerekirse, bu büyük Ansiklopedistin denemelerini okumadan da felsefe tarihini anlamak mümkün; fakat iddia ediyorum, Kaderci Jacques'ın yokluğunda, roman tarihi ne anlaşılabilir ne de tamam sayılır. Hatta şunu da ilave edeyim, bu esere en fazla zararı dokunan, dünya romanı bağlamında değil de yalnızca Diderot yazını bağlamında incelenmesi olmuştur; Kaderci Jacques'ın azameti, ancak Don Quijote'nin, Tom Jones'un, Ulysses'in ya da Ferdydurke'nin yanında göze çarpar.
Bir varyasyona girişKitabı okudu
Reklam
sdfghjk
Şimdi Kaderci Jacques'la efendisinin konuşmalarının daha önce yaşanmış ve Sterne'in de oradan aşırmış olmaması koşuluyla gelelim Tristram Shandy'nin Hayatından alıntı yapılan ikinci paragrafa. Ama ben buna ihtimal vermiyorum. Kendi milletinden olan ve bizim eserlerimizi aşırdıktan sonra bize ağız dolusu küfür eden edebiyatçılar arasında Sterne'e ayrı bir değer veririm.
Sayfa 270Kitabı okudu
Kendilerinden şüphe etmek için elimde haklı gerekçeler olarak bulunan bazı hatıralar sayesinde bu hikâyenin eksik kalan yanını tamamlayabilirdim. Ama neye yarar ki? İnsanlar ancak gerçek olduğuna inandıkları şeylerle ilgilenirler. Üstad François Rabelais'nin Pantagruel'inden ve Compère Mathieu'nün (Henri-Joseph Du Laurens’in bir eseri) maceralarından sonra en önemli eser olan Kaderci Jacques ile Efendisi üzerinde ciddi bir inceleme yapmadan bir şey söylemek cüretkârlık olsa da, bu hatıraları bütün zihnimi toplayarak, büyük bir tarafsızlıkla okuyacağım ve bir haftaya kadar size bu konudaki fikrimi söyleyeceğim. Benden daha zeki biri yanıldığımı kanıtlarsa da sözümü geri alacağım.
Sayfa 269Kitabı okudu
Efendi: Peki neden tasvirlerden nefret edersin? Jacques: Çünkü tasviri yapılan kişiler, onlarla karşılaştığınızda tanıyamayacağınız kadar az benzerler tavsirlerine. Bana olayları anlatın, konuşmaları olduğu gibi aktarın, böylece nasıl bir insandan bahsedildiğini anlamış olurum. Bir kelime, küçük bir jest bazen bana bütün bir şehir halkının gevezeliklerinden çok şey öğretmiştir.
Sayfa 246Kitabı okudu
Jacques: (…) ben hikâyeme başlar başlamaz şeytan bir bahane çıkarır, sözümü yarıda kesmeme sebep olur; halbuki sizin hikâyeniz hiç kesilmeden devam ediyor. İşte hayat böyledir zaten. Biri kayalar arasında hiçbir yerini zedelemeden gezinir; diğeri istediği kadar adımını attığı yere baksın; en düzgün yolda bile mutlaka ayağını bir taşa çarpar ve yuvasına derisi soyulmuş bir halde döner.
Sayfa 231Kitabı okudu
Reklam
Evvela okuyucum; bunlar hikâye değil tarihtir. Jacques'ın edepsizliklerini anlattığın zaman kendimi Tiberius'un hovardalıklarını anlatan Suetonius'dan daha suçlu bulmuyorum. Zaten Suetonius'u okursanız onda hiçbir kabahat balmazsınız. Neden Catullus'u, Martialis'i Horatius'u, Juvenalis, Petronius'u okurken
Sayfa 209Kitabı okudu
Yoksulluğu yeminle kabul etmek tembellik ve hırsızlık yolunu tutmaya yemin etmek demektir. Bakire kalacağına yemin etmek ise Tanrı'ya, onun en bilgelikle kurulmuş, en önemli yasalarına durmadan karşı gelineceğine söz vermek demektir. Boyun eğeceğine yemin etmek, insanın özgürlüğünü bu elden bırakılmaz üstünlüğünü inkâr etmek demektir. Bütün bu dilekleri yerine getirirse insan suç işlemiş, getirmezse günahkâr olur, manastır hayatı bir yobaza ya da ikiyüzlü birine yakındır."
Doğanın genel akışına o kadar aykırı olan bu yeminleri, eğer bugünkü bilgilerimiz insanların dış yapıları kadar içlerini de tanımaya elverişli olsaydı haklı olarak canavarlardan saymamız gerekecek olan, yüreklerinde duygunun tohumu kurumuş, doğal düzenleri bozulmuş yaratıklardan başka kim yerine getirebilir ki? Bir kadını manastır yaşamına veya mutsuzluğa atarken yapılan o kasvetli tören, insandan hayvani işlevleri söküp atabilir mi? Tersine bu hayvani eğilimler, sessizlik içinde, baskı altında, aylakça ömür sürenlerde, birçok eğlence olanağına sahip olan dış dünyadakilerin hiç tanımadığı bir şiddetle uyanmaz mı?
Manastırlar bir devletin varlığı için bu kadar gerekli midir? Keşişliği ve rahibeliği Hazreti İsa mı ortaya attı? Kilise bunlarsız olmaz mı hiç? İsa'nın bu kadar çılgın bakireye, insan türünün de bunca kurbana ne gereksinmesi var? Gelecek kuşakların içine yuvarlanıp mahvolacakları bu uçurumların ağızlarını daraltmak gerektiği asla anlaşılmayacak mı? Buralarda göreneğe uyularak yapılan duaların topunun bir yoksula sadaka olarak verilen bir metelik kadar değeri var mıdır? İnsanı toplum halinde yaşamak için yaratmış olan Tanrı böyle kapalı yaşamasına razı olur mu?
İnsan savunmasını bu kadar dar sınırlar içine alırsa ve karşısında saldırılarına hiçbir sınır tanımayan, haklıyı da haksızı da ayaklar altına alan, bir şeyi aynı hayâsızlıkla hem kabul hem inkâr eden, suçlamalardan, insanı kuşku altına sokmaktan, dedikodudan, iftira etmekten yüzü kızarmayan düşmanları olursa, en önemli davaları kaybedebilir.
Resim