"Mükemmelliyetçilik beraberinde kaliteli yalnızlığı getirir."
Bu cümleyi bir arkadaşın tanıtım yazısında okumuştum.
Bir bakıma doğru, mükemmeliyetçi biri hiçbir şeyi kolay beğenmediği için, her zaman her şeyin en iyisinin olmasını istediği için ve çoğu zaman bu olmadığı için, gayet kaliteli bir yalnızlık geçirir. (Tabi bir
Yani önce kendimizi kendimize kabul ettiriyoruz, sonra isteyen beğensin istemeyen neyse gerisini biliyorsunuz.
Tabii yanlış bulduğumuz davranışlarımızla değil, onayladığımız ve bizde olmasını istediğimiz yönlerimizle yapıyoruz bunu.
Eğer bunu yapabilirsek yani kendimizi onaylayıp olmayı seçtiğimiz gibi biri olabilirsek, hem özsaygımızı, hem
İnsanın kendini her haliyle kabul etme olasılığı yoktu ki geçmişte, kesin ve kati olarak insanlar kendilerini olduğu gibi kabul ederdi, hatta kendilerini başka kriterlerle kıyaslayacak ya da eleştirecek olanakları bile yoktu. Genelde sadece içlerinde veremedikleri hesaplarla savaşırlardı. Geleceği yaşadıkça ve geçmişten koptukça insan, insanı tanımaya ve yeniliği görmeye başladı. Böylece oldukça fazla seçeneğe sahip oldu. Medya, reklam ve teknolojinin ilerlemesiyle de, dayatılan ve tarif edilen "normal" e uymadıkça, uyamadıkça da kendini sevmekten vazgeçti. Kriterlere uyanlar şanslıydı, uymayanlarda mutsuzluğu yaşadı.
Bunlara rağmen suçlu kendi değilken bile kendini suçlu görüyorsa insan, mutsuzluğu hakediyor birazda bence çünkü kendi tercihi. Mutsuzluğa, uyumsuzluğa rağmen içinde yaşadığı çağın ve olanakların farkına varıp, bilinçlenip yolunu da buna göre çiziyor ve kabulleniyorsa da mutsuz da olsa kabulleniyor uyumsuzda olsa. Dinginliğin ve hayatı sürdürülebilir kılmanın en iyi yolu kabulleniş yoksa ilerlemiyor olduğun yerde sayıyorsun.
Hiçbir insan, hiçbir düşünce, hiçbir zihin, fikir hata değildir. Her insan birer istiridyedir. Kapalı kutu. Kendini açabilen ve incisinin değerini bilen zaten kendini hata olarak görmez.. Hata olunmaz ama elbette yapılır. Yapılan hatadan dönülür ya da dönülmez her türlü kardır çünkü sonunda kazandığın bir tecrübe var.
Bahsettiğin gerçekten iç benlik eleştirisiyse ve toplum psikolojisi ile bir ilgisi yoksa, sadece kendi kendini onaylamak için psikolojik ve fiziki değişimi tarif ettiysen kabul edilebilir. Ama kendini sadece kendi için eleştiren ve değiştiren çok az insan tanıdım.
Benimde dileğim, kimsenin kendini soyutlamak zorunda kalmadığı, kendini özgürce ifade edebildiği bir yaşam tarzı.
Ama sanırım dinlerde bahşedilen "cennette" bile karşımıza çıkamayacak kadar olanaksız bir dilek bu.
Geçmişle yüzleşip, kabullenip, varlığı ve yokluğunu hizaya getirip, e dize de getirip(!) en güzel gelecekleri yaşamak ümidiyle...
Devamı yok.
Son:)
İşte biz buna bastırılmış ya da bastırılmak zorunda kalınmış duygular diyoruz. Geçmişe kıyasla şu an çok daha fazla seçenek beliriyor önümüzde ve bir çoğuda bizim tercihlerimize ve bu tercihlerin getirdiği psikolojik sonuçlara göre değer kazanıyor. Evet sosyal medya görsel ve işitsel medya, insanı köleliğe mecbur bırakıp iç dünyasını ele geçirmekte ve bunu da kendini sevdirerek yapmakta. Yinede seçim şansı bizde, istemessek hiçbirini kullanmamayı seçebiliriz, kim kiminle nerede ne yemiş nereye gitmiş ya da bizim ne yaptığımızdan kime ne, öyle değil mi? Kimsenin yaptığının kimseyi enterese etmediği gerçeğini düşünürsek çokta gerekli uygulamalar olmadığını söylemek yanlış bir tutum olmaz. İnsan kendini toplumdan soyutlayıp toplum normlarını kendine zarar vermeyecek şekilde kullanırsa, bireysel anlamda kısmi özgürlüğün tadını çıkarmaması için bir sebep göremiyorum.
Kabullenme aşaması insanı rahatlatan en önemli unsurdur, fakat kabullendiğiniz şeyi kendinizi daha iyi hissetme yolunda bir çakıl taşı olarak benimsemişsek, o taş nereye giderseniz gidin ayağınızı acıtmaya devam eder, yok eğer kimin umurunda ben onsuzda iyiyim derseniz ve bunu da kabullenirseniz, işte o zaman o çakıl taşını ayağınızla ezer yolunuza devam edersiniz.
Son.
Erkekler muhtemelen eline verilen bebek ile ne yapacağını bilmediğinden bebeği havaya atıp tutarlar. Kimileri bunu abartırken kimileri daha küçük ölçekte yapar ama bu durum, bebeğin havalandığı gerçeğini değiştirmez. Zira çocuk her havalandığında annenin yüreği ağzına gelir "Acaba bu sefer düşürecek mi" diye. Çocuğa baktığımızda ise "ağlasam mı" "gülsem mi" ya da "ne yapabilirim ki" duygularının karışımı bir surat ifadesiyle oldukça şaşkın bir şekilde, havalanıp indiğini görürsünüz. Şimdi, bu durum daha önce defalarca gözlemlediğimiz bir sahne olduğu için ne var ki bunda abartacak diyebilirsiniz. Ama gerçekten deneyimlerinizden arınarak bir düşünün lütfen. Sizce de çok saçma değil mi? Mesela gittiğiniz evde elinize çok değerli olduğu belirtilmiş bir vazo verilse o vazoyu havaya atıp tutar mısınız?
Vazo ile bebeği bir tutmakta ne bileyim tuhaf. Bebeği atıp yada yukarı kaldırıp indirmek onu eğlendirmek için yapılan bir eylem ve aynı zamanda sevgi gösterisidir. Kimse bir vazoyu eğlensin diye havaya atıp tutmaz.:)
Çünkü bebeği güldürmenin en kolay yolu olarak gelenekselleşmiş bir uygulama onu atıp tutmak, oysa vazoyu güldürmek gibi bir derdimiz olmadığı için bu durumu kanıksamak daha hoş görülür bir hale gelmiştir.