Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Günahseverlik...
Günahların gün geçtikçe estetize edildiği günlerden geçiyoruz… Günahseverliğin prim yaptığı günlere kaldık adeta… Önceleri gizlenilen, saklanılan, utanılan günahlar şimdilerde izhar ve ifşa ediliyor… Öyle ki gün geçtikçe günahlar toplumsallaşıyor, normalleşiyor ve yasallaşıyor… Günahla barışık olma pervasızlığı sınır tanımıyor… İster istemez
Aile ve ilişkilerdeki bu sadakatsizliğin ana faktörü ne sizce ?
Şunu açıkça ifade edelim ; Türk toplumunda çekirdek ailenin geldiği durum içler acısı. Merkezi olarak bunun sebebi ahlaksızlığın salgın bir hastalık gibi yayılması. Peki ne oldu da son 20 yılda toplum bu noktaya geldi. Aile üzerinden bir analiz yapmamız gerekiyorsa ; Erkeğin sadakatsizliğinin stabil bir grafik eğrisi hep vardı. Ama kadınların son dönemdeki sadakatsizlik trendinin doyumsuzluk ve erkekleri lükse ulaşmak için bir araç olarak kullanmalarının geldiği nokta inanılmaz bir seviyesizlikte. Gerçekten objektif bir değerlendirme yapmak isteyenleri duymak için bu soruyu soruyorum.
Reklam
Anlam Arayışı
Selamun aleyküm. Bir şey deneyeceğim. Bu aslında bir inceleme ama buradakileri incelemelerin aksine ilginç, daldan dala atlamalı, bol alıntılı, güldürmeden düşündüren uzun bir inceleme. Aynı şeyleri farklı cümlelerle aktaran kitaplardan alıntılar yapıp karma olarak sunacağım bir inceleme. Yazı boyunca yaratıcının varlığına dair bir ispat
Gariptir ki insan hep biraz eksiktir. Bu hırs mıdır, doyumsuzluk mudur? Uzunca düşündüm ve buna çözüm geliştiremedim. İnsan nasıl tamamlanır acaba?
Tüketim çağında yaşadığımız bir gerçek. Doyumsuzluk, yetersizlik çoğu bireyde hat safhada yaşanır hale geldi. Üstüne eklenen marka takıntısı da çabası. Rabb'imiz, nimetlerini kullarının üzerinde görmek ister fakat hayatlarının merkezine koymalarını istemez. Nimete karşılık, şükür ve kanaat bekler. "Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır." On Dokuzuncu Lem'a
O cani eller nasıl dokunuyor minicik bedenlere!!! Böyle caniler yüzünden kaç hayat daha ziyan olucak? Bu nasıl bir doyumsuzluk! Çekin artık kirli ellerinizi kız çocuklarından, kadınlardan... Ya adam olmak, insan olmak bu kadar mı ağır geliyor?
Reklam
Hep eksik şeyler olduğunu düşünürüz yaşantılarda Lâkin tamamlamışsın aslında. Yaşaman gereken şeyleri yaşamışsın, Yaşayacaksın. Hep bir doyumsuzluk vardır bu nankör toprak insanında. Hep bir boş vermişlik. En suskun gününe bile o kocaman gürültüleri sığdırarak kaybediyor ruhunu. Duyurmamak için, içine atılan o çığlıklar.. Parçalar seni. Paramparçalar. Kabus olur uykularında. Görmezsin ama hep hissedersin düşen parçaların içini kanattığını. Hep bir özlem vardır içinde. Kime, neye bilmediğin bir özlem. Ama ben biliyorum. Hep, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarında Bu özlem. Kaybetmekten korktuğun için bu özlem. Haydi. Ağlayarak bakalım gökyüzüne. Belki bir rüzgâr estirir ve bütün o ıslaklığı kurutur, nefesiyle..
"Kabul edilebilir" bir ruh halinde gözükmek için ruhum parçalanırken bile güldüğüm her sefer için kendimden özür dilerim. Ya da birine gerçekten "Nasılsın?" diye sormayı bilmediğim için özür dilerim. Son zamanların en büyük problemlerinden bazıları: Depresyon, anksiyete, bitmek bilmeyen yalnızlık ve doyumsuzluk hisleri...
                 DOYUMSUZLUK     Ne kadar tuhaf bir dünya! Aslında tuhaf olan bu yeryüzü değil. İçinde bulunan doyumsuz insanoğlu... Tuhaflığının sebebi ise; hayatlarında o kadar şükür edip, memnun olacakları şey varken, hala şikayetlerde bulunup, isyan bayrakları çekmeleridir. Lakin şöyle bir durup, sadece beş dakika düşünüp, çevrelerini temaşa etseler şükür edecekleri nimetlerin ve durumların farkına varacaklardır. Ama doyumsuz değil miyiz? Elimizde bulunanların her daim daha fazlasını isteriz. Fakat mislini isterken vicdanımız, sevgimiz, huzurumuz, paylaşma duygumuz ve en önemlisi samimiyetimizi kaybedeceğimizin farkına varamayız.    Yaşama sevincini yitirmiş bir toplum milyon dolarlar ile dans etse yine huzur bulamaz. Hayattan tat almayı bilmek harikulade bir durumdur ki işte bu toplumlar bu eylemi gerçekleştiremediği için hayata karşı bütün kapılarını kapatırlar. Yaşadıkları en küçük olumsuz bir durumda şikayet çığlıklarını yükseltirler. Çünkü birey negatiflikten kurtulmak için bir bahane  sığınağı oluşturmak zorundadır. Lakin bu olumsuzluktan  ders almak hiç akıllarına bile gelmez.    Bu hayatın değerini anlayanlar toprağın üstünde olanlar değil, altına girenlerdir. Hani demiş ya büyük üstâd Necip Fazıl: "Çok sıkıldıysan hayattan, bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir; yaşamak güzeldir." Evet onlar daha iyi bilirler. Çünkü artık düşünecek çok vakitleri vardır. Zamanında yaptıklarına karşı "keşkeleri" vardır onların. Şimdi ey ahiret toprağının askerleri, savaşınızı düzgün yapın. Şayet bu dünyada mağlubiyetle sonuçlanan cengin kayıbı çok olur. SULTAN KORKMAZ
Herkes kendi söylediğinin ve düşündüğünün doğru olduğunu sanıyor. Halbuki, onların söyledikleri ve düşündükleri benim gibi kimbilir kaç insanın canını sıkıyor. Konu iş konu işsizlik. Benim gibi milyarlarca işsiz insan var. Bunun çoğundan fazlası da yine benim gibi gençler. Onca sene dirsek çürütüp nice sıkıntılarla üniversiteler okuyoruz ama mezun
564 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.