Böylece de beşeriyet kuru ve maddeci bir medeniyetin çorak ve ıssız vadisinde, kendi kendisinin yabancısı olarak, gelecek zamanların meçhul istikametlerine belki de felaketlerine doğru kendine bir yol çizmiş bulunuyordu.
Bir şeriat adamı, yani bir teolog demek: dinin materyali ile alakalı nazariye ve mevzuların mütehassısı demekti. Bir mutasavvıf, yani bir derviş ise bu nazariyeleri vahdetçi bir görüşle günlük hayata getirip mücerredi müşahhas mefhumlar halinde yaşayan kimse demekti.
Gösteremezdi. Zira o adamlar devleti kendileri için değil, kendilerini devlet için lüzumlu gören Serdengeçti fedailer, ruh sağlığına sahip büyük insanlardı. Kimseden nimet ve atıfet beklemezler, beklemedikleri içinde kimseden korkmazlardı.