Bağlanma teorisi, bize sevdiğimiz kişinin hayattaki sığınağımız olduğunu öğretmiştir. O kişi, duygusal yönden ulaşılabilir ya da yanıt verici olmadığında ayazla, yalnızlıkla ve çaresizlikle karşı karşıya kalırız. Öfke, üzüntü, acı ve hepsinden öte korku gibi duygularin hücumuna uğrarız. Korkunun yerleşik uyarı sistemimiz olduğunu hatırladığımızda bu durum hiç de şaşırtıcı gelmez; korku, yasamımız tehdit edildiğinde ortaya çıkar. Sevdigimiz kişiyle yakınlığı yitirmek, güvende olma duygumuzu tehlikeye atar.
Söylediğimiz veya yaptığımız şeyler yani davranışlarımız; dünyada bıraktığımız ayak izleridir. O yüzden en anlamlı değişiklikler, farklı bir şey söylemekle veya farklı bir şekilde davranmakla olur.
İnsanın acı çekmesi olağan dışı bir şey değildir; bilakis her zaman ve her yerde görülebilir ve insan dili ve düşüncesinin istenmeyen bir yan ürünüdür.
Zihnimiz şunları yapması için evrimleşmiştir: Sınıflamak, tahmin etmek, açıklamak, kıyaslamak, endişe etmek, yargılamak. Tıpkı havalandırma sisteminin uğultusu gibi, onun orada olduğunu fark etmeden uzun zaman devam edebilirsiniz.
Öykümüzü anlatmanın yolunu bulamadığımızda, öykümüz bizi anlatır - rüyalarımıza girerek, semptoma dönüşerek ya da nedenini bilmediğimiz şekilde davranmamıza neden olarak.
Hızlı iletişim, bireyi sanal topluluklar ve arkadaş gruplarıyla bağlantıya geçiriyor. ebeveynler sosyal medya için yaratılan, orada paylaşılan dil ve resimlere yabancı ki amaç da kısmen bu; Kişinin akranlarıyla yoğun bir iletişim kurarken ailesinden ayrı bir varoluşu hayal edebilmesi. Bağımlılık anne ve aileden arkadaşlara geçiyor.
Terapinin amacı durumu anlamak; kaynağı bulmak; bireyi kendisi hakkında daha fazla şey bilmeye, deneyimlerini genişletmeye, engellere ya da zararlı eylemlere karşı durmaya ve daha dolu dolu yaşamaya teşvik eden düşünme, hissetme, var olma yollarını sunmaktır.