Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Edmond Dantes

Çocukluğumdan beri tek değişmeyen yanım kitap okumamdır. Okumak bir çeşit organik gereksinimdir bende. Günde hiç olmazsa iki üç saat okumayınca, afyondan kesilmiş bir bağımlıya döner, bir "yoksunluk nöbeti" geçiririm.
Reklam
Ben gene aynı yaşlardayken, hiç unutamadığım bir şey söyledi bana: Kendi kafasını göstererek, "kızım" dedi, "bir kadının namusu belinden aşağısında değil, burada, kafasındadır. Farzedelim ki, parası olduğu için, bir adamla evlendin. Sen namussuz bir kadınsın bunu yaptığın için. O adama bağlı kalsan da, onu hiç aldatmasan da, gene namussuzsun. Çünkü parası yüzünden oturuyorsun o adamla. Asıl orospuluk budur. Para uğruna cinsel ilişki kurmaktır asıl orospuluk. Hiç menfaat gütmeden ve başkalarına kötülük etmeden sevgili değiştiren bir kadına, ben orospu demem, çapkın kadın derim ancak. Senin çapkın bir kadın olmanı istemem. Ama çıkarını kollayan nikâhlı bir kadın olacağına, çapkın bir kadın ol daha iyi."
Emincim, dur kardeşim, aklıma kötü kötü fikirler sokuyorsun :)
"Namaz huzurdur" diyorlar, tam olarak kastettikleri bu değil biliyorum, gene de rahatladım. Ama daha geniş bir rahatlama akşam yemeğinden sonra yaşandı. Ben yine "Namaza gidiyorum" diye kalktım masadan. Sonra aklıma geldi, yatsı da hemen bunun peşi sıra olmalı diye hatırladım. "Yatsıyı da kılar öyle gelirim" dedim, çıktım evden. Çıkış o çıkış. Beş senesi var bu işin, böyle götürüyorum. Her akşam Nurettin'in tamirhanede okeydeyiz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Dilek dilemeyi de bilmiyorum ki. Ne istediğimi bilmiyordum. O kadar unutmuşum kendimi.
Sayfa 25
Görünürde karım var, ortada bir çocuk var, babam var, kardeşlerim var ama ben niye yapayalnızım?
Reklam
O zamana kadar sevginin ne kuvvetli şey olduğunu sevmekle anlamıştım. Fakat bu sıralarda merhametin sevgiden kat kat kuvvetli olduğunu duydum.
İnsan bir mevsimde bir ağacın muayyen bir dalında bir yemiş buluyor. Yiyor ve hoşuna gidiyor. Bir-iki mevsim sonra yine aynı dalda aynı yemişi arıyor, ya yemiş o dalda bulunmuyor ya da bulunursa hoşa gitmiyor. Belki de yemişi arayan değişmiş bulunuyor.
Halbuki içerden yanıyorduk. Sevgiyi özlüyorduk, sevgi varlığımızın başta gelen ihtiyacı, gönlümüzün başka insanın gönüllerine bir duası olmuştu; ama gelgelelim utanıyorduk.
Her zaman bulunduğumuz yerde değil başka yerde pek mesut olacağımızı sanıyorduk. Gelgelelim o başka yer neresi, onu bilmiyorduk.
Doğum, hastalık, ölüm Allah'ın emri. Anladık! Fakat ne bileyim, özlediğin bir işte çalışmadan, içine doğduğun şu dünyanın ötesini berisini hiç görmeden, taş üstüne bir taş koymadan, bir ağaçcağız olsun dikmeden, bir günceğiz olsun şunun bunun eteğini öpmeden yaşayamamak ve böylece dünyadan defolup gitmek de Allah'ın emri değil a!..
Reklam
Allah herkese pezevenk şansı versin :)
Vaktiyle babamın babası, halama düğün armağanı olarak bir ev vermiş. Halam çocuksuz ölünce, bir dairesi amcama, bir dairesi bana verilmek üzere, o ev apartman haline getirilirken, tesadüfen o sırada yoldan geçen Aziz Nesin deniz manzaralı yeni yapılan apartmana bakmış bakmış, "kim bilir hangi talihli pezevenk burada oturacak" demiş kendi kendine. Orada benim oturduğumu öğrenince, "aman ne güzel! Demek o talihli pezevenk senmişsin!" diye çok sevinmişti. Böyle bir manzaralı yerde oturmak gerçekten de bir pezevenk şansı.
Sevgili hocam Sabahattin Eyüboğlu ile Troilos ile Kressida'yı sonra da Moby Dicki çevirirken birbirimize girerdik. İlk çeviri sırasında, Sabahattin "bırakmıyorsun ki, senin şu sevgili Shakespeare'ini daha güzel yapayım" derdi. Bense, "daha güzel olmasına gerek yok" diye direnirdim. Sabahattin, "çeviri kadın gibidir; ya serbest ve güzel olur, ya da sadık ve çirkin" derdi. Bense, Sabahattin eskiden Fransız Dili ve Edebiyatında doçent, dolayısıyla hocam olduğu halde, usta-çırak ilişkisinin gerektirdiği saygıya boş verir, ona kafa tutardım. "Bana bak, bu karı hem sadık hem de güzel olacak" derdim.
Bir insanın EQ'su, IQ'sundan çok daha fazla ilgilendirir beni. IQ bilindiği gibi, beyin yetenekleridir. Yeni keşfedilen EQ, yani "emotional quotient" ise, bir insanın duygusal yetenekleridir. Vahşi kapitalizmin -bütün kapitalizmler vahşidir aslında- en acımasız, en yamyam patronları bile, sonunda anladılar ki, şirketlerini yönetenlere sadece zekâ yetmiyor. O şirkette çalışanları daha iyi yönetebilmek, daha verimli olmalarını sağlamak, dolayısıyla daha çok para kazanmak için, bu yöneticilerin duygusal yeteneklerini geliştirmeleri de gerekiyor. Bu duygusal yetenekler ise, benim için her şeyden önemlidir.
Çoğu insanlar mutsuzdur. Walt Whitman'dan sonra on dokuzuncu yüzyılın en büyük Amerikalısı Thoreau'nun dediği gibi, "most people lead lives of quiet desperation." Acılarına sessizce katlanırlar; bedensel sakatlıklarına da yiğitçe dayanırlar.
Kendisi bir din adamı olan Jonathan Swift, "ancak birbirimizden nefret edecek kadar dindarız; birbirimizi sevecek kadar dindar değiliz" demişti.
3.222 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.