Sabahattin Ali'nin en ünlü romanlarından biri sanırım. Ben yazarın Kuyucaklı Yusuf'undan başka eserini okumamıştım, onu da lisedeyken okuduğum için hiç hatırlamıyorum şu an... Kendi içerisinde karşılaştırma yapamayacağım o yüzden.
Romanın en sevdiğim yanı kurguya yedirilmiş felsefi düşünceler silsilesi olması. Üstelik kurgu da kendini okutan cinsten. Boşuna büyük yazar olmuyor bazı yazarlar...
Ulan Macide, kızacağım sana ama kızamıyorum da. Öyle bir ailede büyümek, sonra daha doğru düzgün bir şey görmeden masaldan çıkmış gibi seni bulup sana aşık olan bir adamla karşılaşmak... Kim olsa senin gibi saftirik saftirik evlenip adamın yanına taşınırdı heralde.
Gelelim Ömer'e. Ömer'in acayip iyi bir dayağa ihtiyacı var. Sıkıntısı tam olarak bu. Birileri bunu evire çevire dövse kendine gelir. Dertlere bak dertlere. Privileged white man dertleri. İki tokatlasam kendime gelirim.
Romanın asıl olayı bu ikisinin aşkıymış gibi olsa da aslında altında yatan farklı mesajlar temeli oluşturuyor. Nihat ve grubunun düştükleri durum, Ömer'in veznedara yaptıkları, çok entelektüel ve aydın geçinen adamların birer pislik olması vs. Yazar tüm bunları göz önüne sererek okuyucuyu tokatlamak istemiş resmen.
Yaptığımız kötülükleri içimizdeki şeytana mal etmeyi bırakıp sorumluluğunu alacağımız günlere gelmek için okuyalım.