Narın morlaştığı yerdeyiz yine
Aynı kutsal mavinin yüreğindeyiz
Ne tapınaktayız şu anda
Ne agorada ne saraydayız
Her yerde birden kutlanan
Çığlık çığlığa bir zaferdeyiz
Yıllar sonra bütün baskılara inat
Yeşeren bir dal
Ve kırılan bir zincir sevincindeyiz
Dellenicem Leylim. Bir dellensem gerisi önemsiz belki. Ama bunun sanısı korkunç. Böyle bir şey olabilir mi? Bir canda iki can yaşamak. Mutlak bir çözüm yolu var bunun. Anlat bana. Senden bir şeyler ummak… Umutların en olmazı da bu belki. Saçmaladım gene.
Gözleri güneş olan nerede hani
Saçları rüzgar olan nerede
Kör olayım göremedim bir türlü
Aradım da bulamadım
Paramparça kaldım dört ayrı dünyada
Dört parçada bir bütün olamadım
Dört bin yıl boyunca aktım da nehir nehir
Bir güzellik denizine varamadım
Bin kez öldüm belki - bin kez dirildim
Özgürlüğün tadına doyamadım
Adı yasak bir çiçektir dağlarda
Arar yurdunu tarihsiz çağlarda
Bir ezgi başlatır dünyaya karşı
Susar türküsü dumanlı çığlarda
***
Misri'nin günü dolmaz
Sevdanın izni olmaz
Sevdaya yasak koyanın
Dünyada yeri olmaz
Artık dünyayı ellerinde tutanlar
Kanlarını terlerine katanlar
Yeraltından yeryüzüne ışık saçanlar
Yani dünyanın gerçek sahipleri
Bilmelidir ki bu kavga nasıl verilmeli
Bugünden yarınlar nasıl görülmeli
Ve zulmün olduğu her yerde
Bir anda şarteller nasıl indirilmeli
Çiçeğin meyveye durması için
Dallara suyun yürümesi gerek
Tohumun buğdaya dönmesi için
Toprağın yağmura doyması gerek
İsyanın zafere varması için
Korkunun gözlerde sönmesi gerek
Var git dostum var git
Bildiriler taşı dünya halklarına
Açmadan soldurulmuş her gülün
Özgürlük bahçesinde açması gerek
Zorluklara karşı durması gerek
Zulüm zincirlerini kırması gerek
Solmuştur artık bütün isyan çiçekleri
iki yandan bağlanır insan yürekleri
Bir yanı korku büyütür dipçik yarasında
Bir yanı beyin yıkar
Uzaklaştırır çocukları kimliklerinden
Koparır türküleri kendi dillerinden
Ah o güzellikleri yok eden dinler
İnsanlığın çocukluk çağına
Zulmün kılıcını sokan cinler
Tanrı adına halkları kullaştıran
Ve kralları tanrılaştıran kinler
Yeryüzünü sınır sınır
Gökyüzünü yıldız yıldız böldüler
Her kralın tanrılaşma töreninde
Bölük bölük insan yediler
İki nehrin arasında
Ay'ı karartıp güneşi söndürdüler
Ve bir sabah Babil'in asma bahçesinde
Tanrıça Ninsun'u karanlığa gömdüler
İki nehrin arasında tüm nehirlere
Ayrı ayrı bir din verdiler
Kar yağarken çocukları kurşuna dizdiler. Herhangi bir nedeni yoktu. Ne ellerini, ne de
gözlerini bağladılar. Soru sorulmadı. Yalnızca en esmer olana ağaca bakmaması söylendi.
O da gözlerini askerin çamurlu botlarına çevirdi. Sonra sessizlik oldu. Çocuklar hiç
üşümediklerini fark etmediler. Korkuyorlardı, nedenini boşverdiler. Yalnızca esmer
çocuk ikide bir ağaca bakıyor, ıslak bir kızarıklık rüzgarla gözlerine bulaşıyordu. Sarı
dişleriyle alt dudağını ısırarak, "lanet olsun" dedi. "Ben kötü bir şey yapmadım ki. Neden
dövüyorlar bizi. Sadece duvarlara yaşamak istediğimizi yazdık. Daha iyi bile değil
sadece yaşamak istediğimizi. Bağırmış da olabiliriz. Belki sokaklarda çok hızlı yürüdük,
belki botlarımızın sesi biraz fazla çıktı. Ama biz üşümemek için koşuyorduk. Belki de
baba bütün suç senindi." Yağmur yağıyordu ve çocuklar ilk kez bir şey hissettiler.
Dönecek yerleri yoktu. "Ayağıma bakma" diye bağırdı asker. "Ben de bir şey yapmadım.
Ama bir suçlu gerek adalet için. Ve adalet için kurban gerek bir kahramandan çok." Ama
çocuklar yine de askere bağırmak istediler: "Neden av tüfekleriyle vuruyorsunuz, neden
salıncakların ipleriyle boğuyorsunuz, neden yağmurdan sığındığımız duvarların altında
taşa tutuyorsunuz. KALBİNİZİ SÖKÜP ALAN BİZ DEĞİLDİK Kİ..."
Gözlerime bak düşüyorum. Ve artık duvar kağıtlarının bile içine sızıyorum. Durduruyorum kalbimin atışını. Öyle ustalaştım ki.. Sihir gerekmiyor artık bana, büyülerin gerekmiyor. Öyle çok bavulumu toplayıp kaçtım ki kalbimden; şimdi parçalarım mı geride bıraktıklarım, yoksa kaçık çoraplarım mı bilemiyorum.