Bir erkek, erkekle ya da kadınla birleşse, "meni" gelmese bile boy abdesti gerekli olur. Ancak fıkıh kitaplarının tümünde belirtildiğine göre, birleşilen kimsenin "diri" olması, yani yaşıyor bulunması şarttır cünüb olmak için. O nedenle, birleşilen kişi "ölü"yse "cünüb"lük gerçekleşmiş olmaz. Yine fıkıh kitaplarında belirtildiğine göre, cünüb olmak için birleşilen canlının, "Ademi" (insan) olması şarttır. Bu nedenle kişi, "cin"le ya da "hayvan"la birleşmiş olsa, "meni" gelmedikçe "cünüb" olmaz. (Bkz. Dürer, c. 1, s. 18, 19. Ayrıca bkz. Mültekâ, Dâmad, Fethu'l-Kadir, Hindiyye... Gusül.)
ebubekir sifil hoca cidden bambaşka bir adam bambaşka bir seviyede. riyaz derslerinin birkaçı hariç bütün seriyi izledim hala daha düzenli izlerim. imkanı olan baştan izleyip notlar alsın. hadis usulu, dinler tarihi, islam tarihi, fıkıh, fıkıh usulu, kelam, modernizm, hadis inkarcılığı, rafizilik vb. her konuya değiniyor.
Şehidin normal kefenle kefenlenmeyip öldürüldüğü elbisesiyle, kanıyla gömülmesinin sebebi şu hadistir:
Şehid kıyamet gününde mahşer meydanına yaralarından kan fışkıracak şekilde gelir. Renk kan rengi ama kokusu misk kokusu gibidir.
Allah'a hamd olsun. Sözü dinlenir İslâm âlimlerinden hiçbiri Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den daha âlim ve fakîh olduğunu söylememiştir. Hatta sadece Ebû Bekir'den de daha âlim ve fakîh olduğunu söyleyen çıkmamıştır. Bu konuda icmâ olduğunu iddia eden kimse, insanların en câhili ve yalancısıdır. Aksine Hz. Ebû
Peygamber efendimiz, "İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir." "Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir." buyurmuştur. Fıkıh ilmi de, meâlden, tefsirden değil, fıkıh ve ilmihâl kitaplarından öğrenilir.
Fıkıh usulü üzerine yazılmış en öz kitaplardan biri olup musannifinde dediği gibi hem fikiha yeni başlayanlara hemde onlar dışındakilere fayda veren bir kitap ve tıpkı bizim medrese gibi diğer medreselerde genellikle dersleri işlenen bir kitaptır...
Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik, Mâlik b. Enes rahmetullahi aleyh kendisine kapıyı çalıp da geldikleri zaman gelenlere sorarmış:
“Fıkıh meselesi mi soracaksın?”
“Evet.”
“Sorun.” dermiş, dinleyip fetvayı verirmiş.
“Efendim, biz fıkıh meselesi sormaya gelmedik, zât-ı âlîniz hadis rivayet ediyorsunuz ya; sizden hadis telakki etmeye, naklen hadis almaya geldik.” derlerse; “İçeri girin.” der, içeri alırmış. Kendisi gider içeride gusül abdesti alırmış. En güzel elbiselerini giyermiş, en temiz, yeni sarığını başına sararmış, o misafirlerin oturduğu odaya kullanmadığı güzel rahlesini koydururmuş; orayı buhurlarla, güzel kokularla kokulandırırmış, ondan sonra edeb ve terbiye ile sevgi ve saygıyla gelir; “Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu, ondan şu râvi işitmiş, o şuna nakletmiş, o şuna nakletmiş, o şuna, o bana nakletti, ben de size naklediyorum.” diye nakleder ve kontrolünü de yaparmış.
Taha Abdurrahman yazar kendi dil kökeninde kendini arıyor. Bu dil kökeninde din, felsefe, fıkıh ve kendi öz kültürün geçmişin de, kendini yaşatmak istiyor.
Aslında bu biz Kürtler içinde bir arayış kapısıdır. Yani asimilasyon karşı Kürtçe ve Kürt kültürünü yeniden çağa taşımak ve çocuklarımıza aşılamaktır....