Bazı kitaplar öğretir, bazı kitaplar düşündürür, bazıları ise kalbe dokunur... Benim için #burasıradyoşarampol kalbe dokunanlar arasında yerini aldı...
Filiz'in 14 yaşıyla başlıyoruz yolculuğumuza; onun yoksulluğu, yoksunluğu ve kendine özgü hayal dünyası içinde geçen çocukluğuna, ilk hayal kırıklıklarına, ilk aşkına ve radyo tutkusuna tanık oluyoruz önce... Sene 1980, ihtilal zamanı... Siyasi karmaşalar, kayıplar, arananlar... Filiz ergenlik çağındadır o dönem ve kelimelerle arası iyidir, sayılarla da öyle. Biraz obsesif, obsesif demeyelim de sayılarla ve kelimelerle bazı masum totemleri var diyelim biz ona. 🙃 Anılara düşkün, kalbi yorgun, hep bir arayış içindeki Filiz'in en yakın dostu, bir diğer kadın karakter olan Mine Abla'dır. Bu sımsıcak hikâyeye biz Antalya'nın Şarampol Mahallesi'nde gezinerek başlıyoruz ama yolculuğumuz Berlin'e ve 2019 yılına kadar sürüyor...
Damağımda bir kekre tat bıraktı bu kitap... Nasıl desem, tam sevineceğim, bir kalbim burkuluyor; üzüleceğim sırada bir kahkaha tufanı! Duyguyu okurun kalbine böylesine işleyen pek az kitap vardır. Yeri gelmişken söyleyeyim, Sevgi Cansever'in #ikibahçebirpencere kitabının tarzı da tam olarak böyledir. İkisini de alın, okuyun, okutun. Bana teşekkür edeceksiniz sonunda.
Merhaba kitapseverler🙋🏻♀️☺️ 2 ayda okuduğum kitap isimleriyle geldim. Haziran ayında okulun son haftalarının yoğunluğundan dolayı pek okumaya zaman ayıramamıştım. O yüzden Temmuz ayı bir telafi ayı oldu benim için. Tatilde olmanın güzelliğiyle bol bol okumaya çalıştım. En çok vaktimi alan kitap ise “Yüzyıllık Yalnızlık” oldu.🤦🏻♀️🙄
Bu arada
Hayat hikayelerine bayılırım. Ben toprağa 36 numara ayaklarıyla basan, biraz şaşkın bir kadınım. Tuhaf bir masal. Yerde ne var yer boncuk, gökte ne var gök boncuk, işte ortasında ben varım. Hayatım uzun süren bir şaşkınlıktan ibaret olacak sanırım.
Uslu, içine kapanık bir çocuktum ben. Ancak nedense birdenbire olmadık şeyler yapardım. İlkokul
Düşüncelerinizin ve inancınızın manyetik gücü vardır. Onların bir titreşimi vardır. Her ne titreşim sunarsanız, aynısını evren bulur ve size geri getirir. Olumlu düşünün olumlu yaşayın.
Çekim yasası der ki; kendinize benzer olan şeyleri hayatınıza çekersiniz. Hastalıklardan bahseden kişinin kendisini her geçen gün daha kötü hissetmesi bu yüzdendir. Mutlu olduğuna inanan birinin, mutluluğu etrafına da bulaştırdığını duyduğumuzda çekim yasası devrede demektir. Aklınıza gelen bir şeye inandığınız anda, onu hayatınıza çekmeye başlamışsınızdır. İsteyin ya da istemeyin, düşünüp inandığınız şeyleri hayatınıza çekeceksiniz demektir. Bu açık bir davetiyedir.
Başladığınız işi bitiremiyorsanız, aldığınız kararları uygulamayı bırakıyorsanız, bazı yanlış inançlara sahipseniz (Para zor kazanılır, çok gülme sonra ağlarsın, kara kedi uğursuzdur vs), başarısız olduğunuz konuların deneyimlerini tekrar tekrar yaşıyorsanız, bu yasa sizi kesin bir dille uyarıyor demektir. Yasa diyor ki; “Siz ne zaman yaptıklarınızı inceler, hatalarınızı bulursanız ve bulduklarınızı dönüştürmezseniz, hayatınızı başarısızlığa mahkum edersiniz.” Hayatın bu tarafı ile savaşmak zorunda değilsiniz. Sadece yaptıklarınızın farkına varıp onları dönüştürebilirsiniz. Tekrarladığınız her davranışın ortak bir noktası olabilir. Bu ortak noktaları odaklanın üzerine çalışın ve muhakkak hayatınıza farklı bir şey yaparak, bu zincirin bir halkasını kırmaya başlayın. İşte o zaman yaşam size gülümseyecek ve “Merhaba” diyecektir.
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA
Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir.
Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden
Sakın unutmayın. Sizler bir mıknatıssınız. Neyi, nasıl düşünürseniz, hayatınıza onu çekeceksiniz. Bunun için olumlu, pozitif cümleler kurun ve dinamik düşünün.
Her şeyin başı sevgidir. Bizler buraya sevgiyi deneyimlemek için gelmiş enerji yüklü varlıklarız. Sevgi ve nefret kardeştir deriz ve ne çok yanılırız. Sevgi fedakarlık, emek ve ilgi ister, beslenmek ister. Nefret de bir enerjidir. Farkında olmadan o kadar yoğunlaşırız ki titreşimlerini yükselttiğimiz güçlü bir enerji haline dönüştürürüz onu. Tüm bu duygularla bizler kendi cennetimizi de cehennemimizi de yaratmış oluruz.
Fikir hayatımızı ele alan çalışmalarda 1950’li yıllar neredeyse bir durgunluk dönemi olarak yansıtılır. Farklı tutumların sahibi bir takım gazeteler hep vardır ama1940’larda, İstanbul’da Hilmi Ziya Ülken’in Sosyoloji dergisiyle, Ankara’da Behice Boran, Niyazi Berkes ve DTCF çevresinin Yurt ve Dünya dergisiyle estirmeye başladığı hava süreklilik