Yumuşak bir sesle çağırdı. Kedi miyavladı. Diz çöküp gülümsedi; ‘Gel, gelsene, korkma’ dedi yavaşça; sol elini bir şey verecekmiş gibi uzattı. Kedi kalktı; ağır ağır geldi, eline sürtündü. Ne çabuk unutuyordu hayvanlar. Tavanın sapını sıktı boş eliyle sırtını okşarken kedinin başını öteye çeviriyordu. Tavayı kaldırdı; boynundan elini çekip vurdu; fırlayıp kalktı. Kedi yerde kasıla gevşeye debeleniyordu. Bir daha vurdu başına; kuyruğu, bacakları gerildi, titredi, durdu. Gözünün biri dışarı uğramıştı. Muşamba kanlıydı. Tavayı yanına bıraktı; parmaklarını oynattı. Öteki tekirdi, dişiydi. ‘Kedi üç gündür yok. Gelir mi ki?’ demişti kadın. ‘Üç gün mü? Ölmüştür. Ölülerini göstermezler derdi babam.’ ‘Kedisiz olur mu hiç’. Berberden istemişti bunu; ufacıktı geldiğinde. Kuyruğundan tuttu, kaldırdı; pencereye gidip açtı. Aşağıda kimseler yoktu. Attı; kaldırımın ötesine düştü. Dışarısı soğuktu; pencereyi kapadı.