Ey gül, sənə əvvəldə xəridar mən oldum,
Axır nəzərində hamıdan xar mən oldum.
Aldım səni can nəqdinə, ey Yusifi-sani,
Eşqində Züleyxayi-diləfkar mən oldum.
Eşqim məni əngüştnüma qıldı cahanə,
Ey qaşı hilalım, sənə ta yar mən oldum.
Verdim, sənəma, ayineyi-hüsnüvə seyqəl,
Aləmdə sənə rövnəqi-bazar mən oldum.
Bir Kəbə idin, hiç ziyarət edənin yox,
Gəldim, dolanıb başuva zəvvar mən oldum.
Sinayi-səri-kuyüvə gəldim “ərini” gu,
Ey nuri-xuda, talibi-didar mən oldum.
Hər bülhəvəsə indi nəsib oldu visalın,
Seyyid kimi hicranə giriftar mən oldum.
Sana, penceremin önünde duran o vişne ağacını anlatmıştım. Karanlıkta bile, ona bakmak bir mutluluktu, bolartırdı gönlümü. Sen o vişne ağacı gibisin, demek isterim sana. İlkyaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı çiçeklenen, taçyaprakları pörsüyüp döküldüğünde ardından gelecek alın umuduyla bizi oyalayan, yemişi, koparılmazsa, uzun süre karara karara kışı bekleyen vişnenin bütün hallerini sende görüyor değilim elbet. Ama onun gibi bir yaşam umudusun benim için. Yaşanabileceğini, yaşamaya çalışmak gerekeceğini duyurup duran. Ama böyle sözler sana söylenmezmiş, söylenemezmiş gibi gelir hep. Kurağın ateşini söndüren, soluk aldıran, kapıları açan yaz yağmuru gibisin bana. Ama sıkılırsın diye söylemekten kaçınırım.
Sana, penceremin önünde duran o vişne ağacını anlatmıştım. Karanlıkta bile, ona bakmak bir mutluluktu, bolartırdı gönlümü. Sen o vişne ağacı gibisin, demek isterim sana. İlkyaz güneşinde sert, yalız, ışınımlı aklığıyla bir kışın daha ödülünü dağıtır gibi göğe karşı çiçeklenen, taçyaprakları pörsüyüp döküldüğünde ardından gelecek alın umuduyla bizi oyalayan, yemişi, koparılmazsa, uzun süre karara karara kışı bekleyen vişnenin bütün hallerini sende görüyor değilim elbet. Ama onun gibi bir yaşam umudusun benim için. Yaşanabileceğini, yaşamaya çalışmak gerekeceğini duyurup duran. Ama böyle sözler sana söylenmezmiş, söylenemezmiş gibi gelir hep. Kurağın ateşini söndüren, soluk aldıran, kapıları açan yaz yağmuru gibisin bana. Ama sıkılırsın diye söylemekten kaçınırım.
Nazik olmak, kuvvetli olmaya asla engel değildir. En keskin kılıçların üzerinde bile zarif süsler vardır. İstanbul'u fetheden kahraman Fatih'in Galata güzellerine gazel söyleyen usta bir şair olduğuna kim inanır?
Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım
Sana bir sevinçlik menevişli kuş yolladım
Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın
Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım
Esti rüzgar bozuk bozuk, örselendi yüreğim
Eksik gedik ne varsa ezberden tamamladım
Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın
Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım
Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım
Kim sürmüş Altıok Metin dünyanın sefasını
Kirletilmiş bir zamanı yürürken adım adım
"gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak
sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı
gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgâr
çocukluğun tutmuş ta yine âşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a
aşk bile dolduramaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran
heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan
gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi, konuşkan
hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan.."
Sevi yaşanmakta olandır.
Sevi ile özgürlük biribirini azdırır, biribirini yokedebilir.
Sevinin zamanın geçişine dayanamadığını sanabiliriz.
Oysa özgürlükle bağdaşmasının da, zamana dayanmasının da olanaklı olduğunu öğrenebildim sonunda. Olanaklı; yeter ki…
Her “yeter ki…” gibi dile kolay ya, yeter ki o seviyi yaşayanlar, onu yaşadıklarını sanmanın ötesine geçebilecek ölçüde biribirini seveler, sevebileler, onu yaşamanın gerektirdiği özveri, özgeçi ile özgürlüğün hakkını verebileler. Şuncacık olsun hak geçmesine, yenmesine, izin vermeksizin.