... o gece Mücellâ ilk kez evi bomboş buldu. O çatının altında ilk kez yalnız uyudu, sabah yalnız uyandı. Günlerce evin içinde Neyyire Hanım'ın sesini duydu. Nefes alış, hıçkırık, öksürük, ayak sesi. Çay bardağının tabağa dokunuşu, cezvede dönen kaşık, tavada cızırdayan yağ. Hele sahur vaktine doğru tahta kaşığın küt küt bakır pilâv tenceresinin -kulaklı- kenarına vuruluşu. Mücellâ'yı uykusundan daha tatlı bir sahura uyandıran ve geceye o kadar yakışan, sırrı sadece kadınlarca malûm o ses. Hepsini duydu Mücellâ. Şimdi o, kolu bacağı kopmuş ama onu hâlâ yerinde sanan, çoktan düşmüş azı dişinin ağrısını bütün başında duyan biri gibiydi. Ağrı yerinde kalsa da sesler çok geçmeden kesildi. Gündüz gelip gidenle oyalansa bile gecenin örtüsü Mücellâ'nın üzerine sessizlik kumaşından serildi. En çok da yolda izde kol kola girip yürüyen ana kızlara imrendi.
Başsağlığına gelenlere "Kıymetini bilin. Gidin evinize. Oturun dizinin dibine, ananızın gözlerinin içine bakın" dedi.