O ilk gençlik yıllarında, odamın loş ışıklarıyla çevrili, kitapların ve bilgisayarın başında sabahlamak, bir nevi kendi dünyamın içinde bir yolculuğa çıkmak gibiydi. Geceleri, yıldızlarla konuşur gibi, kelimelerin dansına eşlik ederken, müziğin ritmiyle içsel bir melodinin peşine düşmek benim için vazgeçilmezdi. Gecenin sessizliğinde, düşüncelere dalmak ve hayalleri takip etmek, adeta ruhumun özgürlüğüydü.
Gün doğarken uykusuz bir şekilde geceyi kucaklamak, güneşin doğuşunu bilgisayar ekranının ışığında karşılamak, bana her anın değerini anlatıyordu. İnsanların karmaşasından uzaklaşıp, kelimelerin ve kodların dünyasında kaybolmak, beni gerçek bir deneyimin içine çekiyordu. İlkgençlik yıllarım, sadece zamanın geçişine tanık olmak değil, aynı zamanda derin düşüncelerin ve yaratıcılığın uçuşa geçtiği bir çağa şahitlik etmek anlamına geliyordu.
İlk gençlik yılları, şimdiki anın basit gerçekliklerinden, yüzleşmelerden, ve doğrudan deneyimlerden kaçışın şairane yıllarıymış. O dönem, loş ışıkların hüküm sürdüğü anlarda, kitapların sayfalarında ve bilgisayar ekranının ardındaki bilgi denizinde kaybolmanın, müziğin büyülü melodilerine eşlik etmenin ve geceleri düşlere dalarak gerçekliğin sınırlarını zorlama serüvenin içinde kaybolmuş bir ruhun hikayesiydi.