Kitapta, Çiçikov'un ölü köleleri satın aldığı zenginlerle olan muhabbeti ekseninde Rusya'nın toplumsal yapısı eleştirilir. Çiçikov evet ,bir suç işlemiştir fakat ölü köleleri satan zenginler işin sonu cezalandırılmaya gelince ;hep bir ağızdan Çiçikov 'u abartılı derecede suçlu gösterip,sahtekar olarak ilan derler. Çünkü işin ucu onlara da dokunmaktadır.
Toplum olarak da böyle değil miyiz,sadece Rusya mi ? Her tür pisliğin yapılmasına müsamaha gösteririz , çünkü zararımiza olan bir şey yoktur , fakat işin sonunda nedense ortada tek bir suçlu vardir ve en ağır cezayi da ona yükleriz . Paçasını kurtaran daima soylular, zamanımızda dayısı olanlar,zenginler ..., değil midir ?
Evet , Çiçikov suçlu . Daha rahat yaşamak uğruna hem onursuz davranmış hem de hukuka aykırı bir satış işlemi gerçekleştirmistir.Aslinda ölü köle satımı o zaman Rusyası'nda suç değildir ama yine de cezalandırılır ,burasını anlamış değilim. Peki zenginlerin ,herhangi bir zarar etmeyecekleri ,aksine ölü de olsa kölelerin vergisinden kurtulacakları düşüncesiyle ölü kölelerini satmaları da suç değil midir ? Hukuk neyi cezalandirmaktadir? Ahlaki olmayan davranışıysa eğer zenginler neden yargılanmiyor? Kitapta bunun gibi yer yer sorularım olsa da bunu kitabın eksik sayfalarının olduğuna bağlıyorum.
Roman, bu eksikliklere rağmen oldukça esprili bir anlatımla ,iyi bir toplum eşleştirisi içeriyor.
Ölü CanlarNikolay Gogol · Bora Yayıncılık · 200923,7bin okunma
Bu dünyada şişmanlar işlerini becermeyi, zayıflardan daha iyi biliyorlar. Zayıf memurlar oradan oraya sürülürler. Sıradan basit bir hayatları vardır. Halbuki şişmanlar hiç bir zaman önemsiz işlere girmezler. Önemli ve sağlam, iyi işlere bağlanırlar, daha doğrusu kene gibi yapışırlar. Koltuklarına öyle otururlar ki koltuk kırılsa yerlerinden kıpırdamaz, yuvarlamazlar .
Bugünkü nesil her şeyi apaçık görüyor ama bütün bu yapılan hatalara rağmen, yine de aynı hatalara düşmekten alıkoyamıyor kendini ve atalarının hatalarıyla alay ediyor, yarın da kendisiyle alay edileceği gibi.
"Yok," dedi kendi kendine, "kadınlar öyle varlıklar ki..." burada elini salladı, "hiçbir şey söylenemez onlara dâir! Gel de yüzlerinde görünüp yiten anlamları, imaları, ışıkları anlat! Anlatamazsın! Yalnızca gözleri bile öyle uçsuz bucaksız bir ülkedir ki adım atmaya kalkanın vay haline! Hiçbir şekilde bulup çıkaramazsın onu oradan. Yalnızca yüzlerindeki ışıltıyı anlatmak bile ne zor! Nemlisi, kadife gibisi, şekerlisi... ve Tanrı bilir kaç türlüsü!.. Ayrıca serti var, yumuşağı var, hattâ süzgünü, mahmuru, rehavet içinde olanı var... ama tehavet içinde bile olsa, o ışıltı insanın yüreğine bir kanca attı mı, ruhunun üzerinde keman yayı gibi gidip gelmeye başlar. Yok, hayır! Uygun sözcüğü bulabilmek... kadınları anlatabilmek zor! İnsan soyunun latif yarısıdır vesselam, kadın milleti."
Gogol, epiğinin biçimini İlahi Komedya’yı model alarak oluşturmuştur; yapıtının üstünlüğünün bu biçimden kaynaklandığını tahayyül etmiştir. Ama aslında ortaya çıkan, bir Menippos hicvidir. Bir kez samimi temas mıntıkasına girdikten sonra Gogol buradan ayrılamamış ve bu alana mesafeli ve pozitif imgeler aktaramamıştır. Epiğin mesafeli imgeleri samimi temas imgeleriyle asla aynı temsil alanında bulunamaz; Abartılı heyecanlar (pathos), Menippos yergisinin dünyasına tıpkı yabancı bir cisim gibi zorla girmiştir, onaylayıcı heyecan (pathos) ise soyut hale gelmiş ve yapıttan dışlanmıştır. Gogol aynı yapıtta aynı insanlarla Cehennem’den Araf’a, oradan da Cennet’e gitmenin üstesinden gelememiştir; hiçbir kesintisiz geçiş mümkün değildir. Gogol’un trajedisi çok gerçek bir ölçüde bir türün trajedisidir (ancak tür biçimci anlamında değil, bir mıntıka ve kıymetlendirilmiş bir algılama alanı olarak, dünyanın temsil edilme tarzı olarak alındığında). Gogol Rusya’yı kaybetmiştir, yani, Rusya’yı algılayabilmek ve temsil edebilmek için gerekli planını yitirmiştir; bellek ve samimi temas arasında bir yerde sıkışıp kalmıştır. açıkça ifade edilecek olursa, dürbününün doğru odağını bulamamaktadır. Ama sanatsal yönelim için yeni bir çıkış noktası olarak zamandaşlık, bir kahramanlık geçmişinin betimlenmesini, üstelik herhangi bir alaycı taklit olmadan betimlenmesini hiçbir surette dıştalamaz. Ksenophanes’in Cyropaedia’sını buna örnek gösterebiliriz (kuşkusuz, yarı ciddi-yarı komik bir yapıt değildir bu, ama sınırda ki bir yapıttır). Konusu geçmiştir, kahramanı Büyük Cyrus’tur.
Kim olursan ol,ey okur, ister yüksek tabakadan önemli biri, ister basit halk arasından, sıradan biri ol; Tanrı sana eğer okuyup yazabilme gibi bir üstünlük bağışlamış ve benim kitabımda eline geçmişse, bana yardım etmeni rica ediyorum senden.