Son 1 gündür hayatım çok değişmeye başladı. Etrafımdaki, çevremdeki insanlar ya bana daha sevecen daha masum belki de acır bir şekilde bakıyorlar ya da hiç ummadığım kişiler gözlerimin içine bakmamaya özen gösteriyorlardı. Sadece bana yönelen bakışlarla hayatımın çok fazla değiştiğini düşünüyordum. Kısa bir uykudan sonra tanımadığım kişilerin dışarda pür dikkat bana baktıklarını görmek, annem ve babamın ben eve gelirken ağlar bir şekilde bana koşup sarılmalarını filan görmek ise hoş olan değişikliklerdendi. Bir şey annemin ve babamın moralini çok bozmuştu anlaşılan, hasta dedeme bir şey mi olmuştu acaba? Yoksa neden böyle olsunlar ki diye de düşünmeden edememiştim, annem boynuma sarılmış beni öperken ben de anneme sarılıyor ve o anne kokusunu içime çekerek öpüyordum onu. “Tamam annem sakin ol” dedim ve sarılma şiddetimi biraz daha arttırdım. “Ne oldu Anne, neyin var?” diye sordum ama bana cevap vermemiş aksine sarılma şiddetini daha da arttırmıştı; karşılık olarak ben de sarılmamı daha kuvvetlendirdim. Annem ise sarılma şiddetimi artırmama rağmen o güçlü kadın duruşunu tekrardan sergileyerek sarılmamı sanki hissetmiyor, omuzlarında herhangi bir değişiklik, bir hareket olmadan duruşu da değişmiyordu. Sakin ol dememe rağmen bana hiç cevap vermemişti ve tekrardan konuşup nedir seni bu kadar üzen, duygulandıran diye soracakken babam annemi omuzlarından tutup ve benimle göz teması kurmadan anneme sarılıp onu benden ayırmış ve annemi kenara çekmişti. Göz teması kurmaması ile beraber dönüp bakmamıştı bile. Babam ile aramız kötüydü bu aralar, klasik baba ve oğul sıkıntılarıydı. Kendisi hiç oğul olmamış gibi beni dinlemeden daha doğrusu dinleyip de anlamak istemeden kendi bildiklerinde diretiyordu. Adım gibi emindim ki ben de ileride baba olunca babam gibi düşüneceğim ve yine adım gibi eminim ki babam da bir oğul iken aynı benim gibi düşünmüştü. Ne kadar garip değil mi, bir döngüydü bu hatta kısır bir döngüydü. Babam bir oğul iken benim düşüncelerime sahip ve kendi babasıyla kendi doğruları için tartışırken, ama bir baba olduğunda da oğluna hak vermeden bu sefer baba tarafına geçip yine kendi doğrularını bu sefer baba gözü ile koruyup tartışıyordu ama şunu da biliyorum ki ben de baba olduğumda benim şu an olan düşüncelerimdeki oğlumun düşüncelerini dinlemeden bir baba olarak karşısında olacağım ve genel olarak oğluma hak vermeyeceğim ve onu anlamayacağım, kim bilir belki de doğanın bir kanunuydu bu ya da insan hayatının her bir evresinde genel olarak düşünceleri tamamen değişebiliyordu.
Eve yaklaşırken yürümemin sallantısı biraz daha artıyordu, sallantılı bir şekilde yürüyordum ama yürürken de herhangi bir şekilde efor harcamıyormuş gibiydim ama bunlara rağmen de elimi ve kolumu kıpırdatamayacak kadar da kendimi halsiz ve yorgun hissediyordum. Eve girdim, babam kapıyı açmış geçmem için bana müsaade vermişti, az önce olan duruma göre bu sefer sevgi ve şefkat ile bana bakmıştı, son zamanlarda aramız kötüydü babamla ve bu bakışını özlediğimi de fark etmiştim. “Oturma odasına geçelim hep beraber” dedi. Çoğul konuştuğunu fark ettikten sonra dönüp arkama baktım ki babamın arkadaşları da bizimle beraberdi. Ben kendilerine hoş geldin dedikten sonra onlar da beni aynı az önce babamın yüz ifadesi ile cevaplayıp hoş bulduk demeden, herhangi bir cevap vermeden de sadece aynı yüz ifadesi ile bana bakıp oturma odasına geçtiler. Odama geçtim ve yatağıma istemsiz bir şekilde bıraktım kendimi ve ayaklarımı uzattım ama sanki ayaklarıma ben komut vermiyor daha doğrusu verdiğim komutu hissetmeden, devreye geçmeden ayaklarım kendiliğinden uzanmıştı, bu yorgunluğumun bu halsizliğimin üstüne biraz uzanmak kesinlikle iyi gelecekti diye düşünüp boş boş tavana bakarak yattım. Anlam veremediğim şekilde evin içinde değişik bir hava vardı, anneme dedem nasıl iyi mi diye sormayı düşünüyordum ki üzerimdeki yorgunluk bunu sormamı engelliyor hatta konuşmak bile bana çok zor geliyordu. Bunları düşünürken odamın kapısı açılıp etrafına bakınarak kedimin odaya girdiğini gördüm. Her zaman olduğu gibi gözlerimin içine bakarak kısa bir mırlama sesi ile yatağa yanıma atladı ve kısa bir süre beni kokladıktan sonra omzumun yanına uzandı. Kafasını okşadım ve her zamanki gibi ifadesi olmayan ifadesi ile boş boş bana bakıyordu. Uykuya dalmak üzereyken belki de dalmıştım bilmiyorum ablam odaya geldi ve anlam veremediğim yüz ifadesi ile bana baktıktan sonra kedimi yanımdan aldı ve dışarı çıkardı. Ne ablam bana seslendi ne de ben ablama karşı herhangi bir tepki verdim. Uyuduğumu ve beni rahatsız etmek istemediğini düşünmüştüm. Ablam her ne kadar kardeşim, karındaşım olsa da teyzeden de fazlası ile benim için anne yarımdı. Hem benden 12 yaş büyük olması da bunun için geçerli bir sebepti.
Bir ses, buğulu içime işleyen bir ses tarafından uykumdan yarı sersem bir şekilde uyandım. Bu duyduğum ses yan odadan mı geliyordu yoksa uykumun etkisinden benim içimden mi çıkıyordu anlayamıyordum, tek anlayabildiğim sesin ruha dokunan, acıklı bir havası vardı. Biraz daha uyanıp kendime gelmeye başladıktan sonra sesten ziyade bir adamın bir tınıda bilinçli bir şekilde bir şeyler söylediğini ya da okuduğunu idrak edebildim. Misafirler gelmişti sanırım eve ve ev kalabalıktı. Duyduğum ses haricinde hissettiğim kalabalığa rağmen başka ses duymuyordum, sadece sanırım ablam olacaktı ki “nereden geldi başımıza bu uğursuzluk” dediğini duydum. Artık anlamıştım kesin dedeme bir şey olmuştu ve ben de burada miskinler gibi hiçbir şeyi düşünmeden yatıyordum ve bunların farkında olmama rağmen yataktan kalkmaya bile niyetlenmiyordum. Bunları düşündükten sonra yataktan kalkmaya niyetlendim ama anladım ki ben iyi değilim ve kalkabilecek durumda da hiç değildim, onun için biraz daha uyumayı ya da en azından yatmayı düşündüm, göğsümdeki metal hissi veren soğukluk da nedense beni ürpertmeye başlamıştı ve tekrardan hızlı bir şekilde uykuya daldım.
Rüya görüyordum ve kalabalık eşliğinde yürüyor, tüm tanıdıklarım hatta tanımadığım kimseler de yanımdalardı ama hepsinin benden neden küçük, boyları neden daha kısa diye anlayamadan yürümeme devam ediyordum. Güneşli bir havada yürüyorduk ve herkesin boynu büküktü, annemi de daha arkalarda görmüştüm ve yürürken zorlanıyor gibiydi. Aklıma dedem geldi yine ve dedemin tüm sevenleri onu uğurlamak için gelmişlerdi sanki, soğuk ve hareketsiz bedenini toprağın altına bırakacaklardı ama bedeninin üstüne de tahta koyacaklardı, hani derler ya sözde ölü tekrardan canlanırmış da kalkmaya çalıştığında kafasını tahtaya çarpsın ve tamamen ölsün diye tahta koyulduğunu söylerler, madem öyle bir durum var neden o zaman sevdiklerinizi hemen defnetmek istiyorsunuz, bekleyin biraz daha ve belki o sevdiğiniz kişi hayata geri döner de kavuşursunuz kendisine ya da ölmesini istiyorsanız o zaman bırakın da toprak ile boğulup ölsün o kişi, bir diğer rivayette de ruh bedenden çıkınca kafasını tahtaya çarpsın ki öldüğünün farkına varabilsin derler buna ise yorum bile yapmak istemiyorum, tahta koymanın esas amacı ölünün bedenine toprak gelmesin diye üstüne tahta koyarlar ki beden hızlı bir şekilde kirlenmesin ve insanlar tarafından üstüne direkt bir şekilde de toprak atılmasın diyedir yani aslında bir şekilde gösterilen saygıdır. Bu şekilde cenaze hakkında konuşuyorum ama hem gerçekten dedemin vefat ettiğini bile bilmiyorum hem de bir rüyadayım. Kalabalık ile yürüyüşe devam ederken etrafıma bakınıyordum da hüzünlü bir ortam vardı gerçekten…
…rüya değildi, benim için buradalardı. Şimdi her şeyi anlıyordum. Ben ölmüştüm! Öldürülmüştüm! Evet ölüyüm ben ve annem onun için ağladı, onun için babam bir ara bana bakamadı ve onun için bana sonradan şefkatli ve özlem dolu bir şekilde baktı. Özlem dolu bakarken acaba üstüme fazla yüklenmesini ve barışmak için elini öpmek istediğimde de elini öptürmediği gelmiş miydi aklına merak ediyorum. Bunların aslında pek de önemi yoktu şu an için. Hayatımda daha doğrusu 19 yıl süren kısacık hayatımda bir kere cenazeye gitmiştim ve o da benim kendi cenazemdi, herkes benim için toplanmıştı ama ben canlı kanlı olarak yoktum bu toplantıda. Aslında ben gelmek istemedim buraya, kim kendi cenazesine gelmek isterdi ki? Başroldesiniz, tüm ilgi ve alaka sizde, herkes sizin için orada toplanmış ama siz buraya gelmek istemediniz. Aslında gelen herkes de size bir şekilde veda etmek ve uğurlamak için geldiler, eminim ki onlar da sizi buraya getirmek istemezlerdi. Tanıdığınız veya tanımadığınız kişiler dört bir taraftaydı ve dediğim gibi vedalaşmaya gelmişlerdi. En kötüsü de sanırım sizi buraya bırakıp gidecek kişilerin başında sizin en yakınlarınızın bulunuyor olması, belki de o en yakınlarınız ya üstünüze ilk toprağı atacak ya da son toprağı atacak belki de ilk ve son atışları beraber yapacaklardı. Ağlayacaklar, üzülecekler ama yine de sizi toprağın altına bırakıp yani sizi toprağa gömüp sonra dönüp arkalarını gidecekler. Öldükten sonra belki de ölenin sevenleri dertlerini bir başkasına anlatırken bir bakışı yetmeyecek ve konuşmak zorunda da kalacaklardı, acaba en yakınlarımda bu durum olacak mı ki? Ölüm iyidir bizleri ölüm düşüncesinden kurtarır demişler ama görüyorum ki bu sefer de farklı farklı düşünceler oluyormuş. Anladım ki gerçekten de bir ölüyüm ben, son nefesimi vermiş kalp atışlarım ise çoktan durmuştu. Ben öldürüldüm ve katilimi bulmam lazım, çünkü biliyorum ki öldürüldüğüm yerde hiçbir iz bırakılmadı ve öldürülmek için başkaları tarafından da bilinen bir sebebim yok; ama tam olarak hatırlayamasam da basit bir sebepten öldürülmediğimi hatırlıyorum, onun için de katilimi bulmam lazım. Acaba katilim duran nabzımdan, çalışmayan ciğerlerimden emin olmak için üzerimdeki işini bitirdikten sonra bana biraz daha yaklaşıp kontrol etmiş miydi beni merak ediyorum, nedense o anı da hatırlamıyorum ama bazı şeyleri de çok merak ettiğinizi hissediyorum. Acaba katilimi mi daha çok merak ediyorsunuz yoksa benim öldükten sonra konuşmamı mı yoksa bulunduğum boyutta nelerin olduğunu mu? Öncelikle daha ne altından ırmaklar akan cennet ile ilgili bir şeyler gördüm ne de üzerinde 19 olan sekarı gördüm ne de cehennemi. Sekar nedir bilir misiniz? Sekar ne öldürür ne de bırakır, insanın derisini kavurur ve üzerinde 19 vardır, aslında daha uyanma vaktine çok olmasına rağmen bu iki durumu göremediğimi söylemek de benim şu anki kafamın karışıklığı olsa gerek ve yapmam gerekenleri faaliyete de geçirmem gerek, ama ne ve nasıl yapacağımı da hiç bilmiyorum. Ölümden bu zamana kadar çok korkuyordum tabii ki nasıl korkmayabilirim ki? Düşünsenize anne karnındaki bir bebeğe şöyle bir söz söylesek: dışarıda aydınlık, ışıklı güzel bir dünya var, tepeleri karlarla kaplı yüksek dağları var, dalgalanan büyük denizleri var, üzerinde açmış çiçekleri barından güzel bahçeleri var, yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve onlara eşlik eden de bir ay var, bizleri ısıtan alevli bir güneşi var, ve sen bebek bu güzelliklerle yüzleşmek, onları görmek yerine her yeri karanlık olan bir yerde oturuyorsun. Doğmamış çocuk tabii ki bunların hiçbirine inanmayacaktır çünkü bu saydıklarımın hiçbirini bilmiyordur aynı bizlerin de ölümü gerçek manasında bilmediği gibi, ne ile karşılaşacağımızı bilmediğimiz gibi, onun için korkuyordum ölümden ve eminim ki herkes de bunun için korkuyordur ölümden; çünkü ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ölüm her şeyin sonudur diye düşünüyordum ama anladım ki ölüm aynı tırtılın ölümünün kelebeğin yaşamının başlangıcı olduğu gibi benim de yeni bir başlangıcım demekmiş, zaman ve mekân değişimi demekmiş ama benim ölümüm ani bir ölümdü işte. Nazım Hikmet’in sözleri geldi aklıma, bana ne kadar da uyuyorlar, ani ölüm, korkunç bir ihanete uğrayıştır. Sırtından hançerlenmek gibi bir şeydir belki de hançerlendim belki de vuruldum bilmiyorum ama ben ölmekte olduğumu bilmeliydim, bilmek isterdim. O zaman tüm hayatım olan o kısacık 19 yıl boyunca tüm yapamadıklarımı söylemek, istediklerimi yapmak, söylemek isterdim, belki de aşka herkesin duyacağı şekilde aşk demek isterdim. O zaman belki her şey değişir bambaşka biri olurdum. Çok önemlidir bu.
Sizlere bunları anlatıyorum ama keşke sizler de sırası gelince benimle konuşsanız ve katilimi bulsanız.