Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

275 syf.
10/10 puan verdi
Yazılan kadar, yazanı da okumak...
İncelemeye geçmeden önce… Hayatımda ilk kez bu denli uzuuun bir inceleme yazdım. Neden? Çünkü okuduğum bu romanın İş Bankası baskısında yazar ile ilgili ne kitabın başında ne de sonunda bir ön söz/son söz, herhangi bir bilgilendirme yazısı vardı. Lönk diye romana başlamış ve bitirmiş bulundum. İşin can sıkıcı yanı, okuduktan sonra adeta büyülendiğim bu romanın (hayal gücünü kendime bu denli yakın bulduğum) yazarıyla ilgili hiçbir bilgi sahibi olmayışımdı. Ben de kitabı bitirdikten sonra, böyle bir hayal dünyasına sahip bir yazarın nasıl bir ömür geçirdiğini, nasıl bir karaktere sahip olduğunu aşırı derecede merak ederek bir haftadır hiç durmadan yazarla ilgili bulabildiğim bütün İngilizce kaynakları, mektupları, hatıratları, biyografileri taradım ve yazarı yazar yapan, ilgimi çeken her şeyi harmanladım. O nedenle bu inceleme esasen bir kitap incelemesi değil, bir yazar incelemesi oldu. Bu incelemeyi, eğer yazarın yapıtlarını okumuş, sevmiş fakat yazarı doğru dürüst tanımıyorsanız okuyabilirsiniz yahut bu yazarı sık sık görüyor ama henüz kitaplarını okumamış ve merak ediyorsanız da okuyabilirsiniz. [*Yayınevinin, bu kitap için farklı yıllarda hazırlanmış birçok illüstrasyondan (hatta define adasının haritasını bile) hiçbirini kitapta kullanmaması, romanda kullanılan gemicilik terimlerinden birini bile dipnotlarda açıklamaması, kitapta virgül eksikliklerinden doğan pek çok hata olması ve çevirmenin çeviriş şeklini de pek beğenmemem, bu baskıdan hoşlanmamama neden oldu. Bu nedenle de incelemenin en altına, kitabın çıkış noktasına dair bir anekdotu, define adasının haritasını ve kitabı okurken kendimin derlemiş olduğu bir sözlüğü paylaşacağım.] * İyi Okumalar * Stivensın'ın yaşamının haritasını çıkarmak, düalizmin onun için neden bu kadar merkezi bir ilgi konusu olduğunu görebileceğimiz karmaşık bir şema üretmektir. Gelenekçi ebeveynlerinin bohem çocuğu olarak, İskoç ovalarının gezgin evladı ama daima gurbette yaşayan bir yurtsever olarak, yaşamı boyunca sürekli gezerek ancak habire tekrarlanan kısmi bir yatalaklıkla, her zaman ikili bir hayat yaşıyordu. Aynı anda iki yerde ya da iki konumda olmaya çalışıyordu ve babasıyla olan zorlu ilişkisi onu olduğu kişi hâline getirmişti. Stivensın için bu ilişki, merkezi düalizmdi: Babasının sürekli aşırı ciddi bir surat ifadesi takınması ama esasen heyecan verici bir insan olması ve aralarında ortaya çıkan tartışmalar, aynı anda onun çalışmalarında büyük bir kaynak fakat büyük de bir engeldi. * * *
Robert Louis Stevenson
Robert Louis Stevenson
daha 1 yaşındayken ailesinin Edinburgh merkezi yakınlarındaki Leith Nehri kenarında nemli, soğuk bir eve taşınmasıyla şiddetlenen ve ona ömrü boyunca miras kalacak olan öksürük ve ateş eğilimi, böylece başlamış oldu. Hastalığının, yaşamı boyunca tekrarlayan bir özelliği vardı ve bu durum onu olağanüstü derecede zayıf bırakmıştı. Hastalığının bronşektazi veya sarkoidoz olduğu yönünde görüşler vardır. Stivensın tuhaf görünümlü ve ayrıksı bir çocuktu ve 6 yaşındayken bir okula gönderildiğinde uyum sağlamakta zorlandı. Bu sorun 11 yaşında Edinburgh Akademisi'ne gittiğinde de sürdü. Sık görülen hastalıkları onu ilkokulundan uzaklaştırdı, bu yüzden uzun süre özel öğretmenler tarafından eğitim gördü. Okumayı, yataktan kalkamadan geçirdiği uzun iyileşme sürecinde resimli gazetelere bakarak öğrendi ama bundan önce bile annesine ve dadısına öyküler yazdırıyordu (ki küçüklüğü boyunca da öyküler yazdı). Babası onun bu ilgisiyle gurur duyuyordu; çünkü kendi babası ona “bu tür saçmalıkları bırak ve işine bak” diyene dek o da boş zamanlarında öyküler yazardı. 16 yaşında ilk yazısı yayımlandı. 17 yaşındayken mühendislik okumak için Edinburgh Üniversitesi'ne girdi ancak başından beri buna hiç heves etmedi ve sürekli derslerden kaçtı. Hayatının bu anında belki de en önemli nokta, girişken arkadaşlığına ve etkisine çok şey borçlu olduğu, aile mesleği yerine sanat okumayı seçen hayat dolu ve kaygısız bir genç adam olan, spora ve tüm güzel sanatlara ilgi duyan kuzeni R. A. Movbrey Stivensın’dı. Stivensın her yıl tatillerde babasıyla mühendislik işleri için türlü türlü kıyı bölgelerine, adalara seyahat ederdi. Seyahatleri, herhangi bir mühendislik ilgisinden çok, yazıları için sağladığı kaynaktan ve ilhamdan ötürü seviyordu. Nisan 1871'de henüz 21 yaşındayken ailesine, edebiyatla dolu bir ömür sürme kararını bildirdi. Babası hayal kırıklığına uğrasa da bu ona sürpriz olmadı, annesi ise tercihine boyun eğdi. Diğer yandansa Stivensın yetiştirilme tarzından hızla uzaklaşıyordu. Bohem tarzdan etkilendi, saçını uzatmaya ve ortamlarda geleneksel kıyafetler yerine kadife bir ceketle dolaşmaya başladı. Parası oldukça kentin eski bölgelerinde takılmaya, ucuz meyhanelere ve genelevlere gitmeye başladı. Daha da önemlisi, artık bir gün Hristiyanlığı reddetme noktasına geldi ve
Charles Darwin
Charles Darwin
ve
Herbert Spencer
Herbert Spencer
’ı okumanın da etkisiyle kendisini ateist ilan etti. Bu durum, onu “umursamaz bir kâfir” olarak lanetleyen babasıyla arasında acı dolu bir anlaşmazlığa neden oldu ve ailesi yıkıldı. Ancak bu sürecin, 28 yaşındayken babasına yazdığı bir mektupta sona erdiği görülüyor: “Hristiyanlık diğer şeylerin yanı sıra çok bilge asil ve garip bir yaşam doktrini. (…) Sana ne kadar garip gelse de her şey öyle ya da böyle beni, olmamı istediğini düşündüğüm şeye yaklaştırdı. Bu dünya gerçekten de acayip ama onu aramak isteyenler için apaçık bir Tanrı var.” Stivensın, üniversite yıllarında kendisini "ateşli bir sosyalist" olarak tanımlardı fakat 26 yaşına geldiğinde, bu zamanlarına "pişmanlık gibi bir şeyle" baktığını yazacaktı. Stivensın 1873'ün sonlarında İngiltere'de kuzenini ziyaret ederken kendisi için o yıllar önemli hâle gelecek olan Fanni Sitvell ile tanıştı. Sitvell, kocasından ayrılmış, bir oğlu olan 34 yaşında bir kadındı ve kendisinden 11 yaş büyüktü. Stivensın ondan etkilendi ve birkaç yıl boyunca onun taliplisi ve oğlu rolü arasında gidip geldiği, sıcak bir yazışma dönemi sürdürdüler. Stivensın kısa süre sonra Londra edebiyat dünyasında aktif hâle geldi ve zamanın birçok yazarıyla tanıştı. O yıllarda Stivensın’ın sağlığı bozulmaya başladı ve Fransa’nın çeşitli yerlerinde sağlığını toparlamaya gitti. Stivensın, Eylül 1876'da, evli, çocuklu ve kendisinden 10 yaş büyük olan Amerikalı Fanni van de Grift Osborn ile tanıştı. Birkaç yıl boyunca fırsat buldukça Fransa’da birlikte yaşadılar. Daha sonra Fanni Amerika’ya dönünce, 1879’da Stivensın da peşinden önce gemiyle Niv York’a, sonra trenle de Kaliforniya’ya seyahat etti. Son yıllarında yaşadığı tüm bu süreçleri, farklı türde metinlerinde işlemeye başladı. Özellikle bu son seyahati, yazı deneyimi için ona eşsiz bir kaynak sağlasa da sağlığı yeniden bozulmaya başladı. Kaliforniya’ya vardığında ölümün eşiğindeydi ama yerel çiftçiler onu iyileştirmeyi başardı. Fakat aynı yılın sonuna doğru tekrar ölümle burun buruna geldi. 1880 yılında Fanni, eşinden boşandı ve aynı yıl evlendiler. Bu evliliği “çılgınca, günahkâr bir iş” diye nitelendiren babasıyla, kendi arkadaşları da aynı fikirdeydi. Evlendikten sonra Stivensın’ın sağlığına da iyi gelmesi için Fanni ve iki çocuğuyla birlikte pek çok yere seyahat ettiler. Bu yerlerden İsviçre Alpleri’nde kışı geçirirken Stivensın keyifsiz hissettiğinde kendini meşgul etmek için tahta oymacılığını denediği günlerini şu sözlerle dile getirmişti: “Bu aptal blokların benim için ne kadar büyük bir nimet olduğunu size anlatamam. Daha fazla yazamaz, okuyamaz ve düşünemez hâle geldiğimde, bu blokları büyük bir memnuniyetle yontmak için koca saatler geçirebilirim.” 1884'e kadar Amerika ve İskoçya arasında mekik dokuduktan sonra 84’te (İng.)Bornmuth’a taşındılar. 1884-87 arasında sarmaşık tuğlalarla kaplı evinde yaşayarak geçirdiği üç yılın, sağlığı açısından en kötü yılları olduğunu, yazar dostu
Henry James
Henry James
’e yazdığı bir mektupta, kendisini “bir bisküvi üstünde yaşayan küçük bir kurtçuk”a benzeterek açıklayacaktır yıllar sonra. Yine de sağlığının bozulmasına rağmen, üç yıl boyunca, en popüler eserlerinin çoğunu orada yazdı:
Kaçırılan
Kaçırılan
,
Dr. Jekyll ile Bay Hyde
Dr. Jekyll ile Bay Hyde
,
A Child's Garden of Verses
A Child's Garden of Verses
... 1885 sonbaharında, Stivensın ve Fanni bir değişiklik için (İng.)Dorçestır'a gitti. Orada, henüz en bilinen eserlerini yazmamış olan
Thomas Hardy
Thomas Hardy
ile tanıştılar. [Yerel rivayetler odur ki Thomas Hardy, ilçe müzesine yeni getirilen ve önemli olduğu düşünülen, 90 yıllık bir hukuk kitabını göstermek için Stivensın’ı İlçe Müzesi’ne götürmüş ve Stivensın yargıç listelerine bakarken, uzun zaman önce ölmüş olan ve adları yan yana yazılan iki kişinin adı dikkatini çekmiş: Joseph Jekyll ve Thomas Hyde. Adını bu olaydan aldığı düşünülen romanını 1886’da yazdığında, bu roman onu milyonlarca okuyucu tarafından bilinir hâle getirdi. Fikirse ona bir rüya esnasında gelmişti.] Britanya’nın nemli iklimi, durumu için zararlıydı ve dışarıya çıkamadan, tek bir sağlıklı gün geçiremeden, kendi evinde bir hapis hayatı sürüyordu. Hem bu durum hem de kanamaya yatkınlığı ve akışın yeniden başlaması korkusuyla yatağında uzun süre hareketsiz kalınca sonunda doktorlar, artık Britanya'da kalamayacağını açıkladı. Mayıs ayının ilk haftasında babası Thomas Stivensın, çizmelerini, kravatını giyerek, yatağında dimdik oturduktan ve pipo içip son dileğini gerçekleştirdikten sonra 8 Mayıs günü öldü. Cenazesinin Edinburgh’da o ana dek düzenlenen en büyük cenaze töreni olduğu ve tek oğlunun, hastalığından ötürü katılamadığı söylenir. Babası ölen Stivensın da babası gibi çizmeleriyle ve mümkünse Sokrates gibi anlamlı bir ölüm istediğinden, doktorların da tavsiyesine uyarak ailesiyle birlikte Ağustos 1887'de (İng.)Bornmuth'tan ayrılıp (Abd)Kolorado niyetiyle Amerika’ya gider. Gemiyle yaptığı bu yolculukta hislerini, kuzenine yazdığı bir mektupta şöyle dile getirmişti: “O gemide o kadar çok mutluydum ki bunun olabileceğine inanmazdım; en berbat havaları ve pek çok rahatsızlığı yaşadım ama bir avare gemisinde bile olsa bu seyahat beni çok rahatlattı. Mutluluğun ne olduğunu tam anlamıyla unutmuştum ama orada kalbim öyle bir şarkı söyledi ki hiçbir şeyi bunun kadar önemsemiyorum. Deniz yolculuğumun güzel bir yanı daha vardı, denizin benimle yürekten aynı fikirde olduğu kanıtlandı. Kısmen, daha iyi kitaplar yazdığım için ama esas olarak bu yolculuğun sevincini tattığım için bu yıllarım, yaşanmaya değerdi.” Ancak Abd’ye gittikten Niv York’ta kalıp kışı bir sağlık merkezinde geçirdi. Soğuk kış aylarında en iyi makalelerinin bazılarını o sırada yazdı. 8 Ekim 1887'de kuzen Bob'a yazdığı ilk mektubunda ifade ettiği gibi: “Zenginlik sadece iki şeye yarar; bir yat ve bir yaylı çalgılar dörtlüsü. Bunlar için ruhumu satarım.” Stivensın'ın karısı Fanni, kocasının değişikliği hakkında İngiltere'deki bir aile dostuna yazdığı bir mektupta: “Artık daha çok cesur dağcılara benziyor, her mevsim ve hava koşulunda tepelerde uzun yürüyüşler yapıyor," diyordu. 1888 Haziran’ında, bir yat kiralayarak ailesiyle birlikte San Fransisko'dan yola çıkarken, Amerika’daki arkadaşı Bay Low'a şu sözlerle veda etmişti Stivensın: “Orada İngiltere var ve ben orayı terk ettim; belki bir daha asla geri dönemeyebilirim ve bu büyük kıtanın diğer tarafında, başka bir deniz dalgalanıyor. Monterey’deyken Pasifik’i severdim, belki bundan sonra Pasifik de bir parça beni sevecektir. Çocukluğumdan beri beni büyüleyen Güney Denizleri'yle tanışacağım.” Her türlü işlek güzergâhlardan, herhangi bir yardım elinden uzak, bomboş okyanusta dolaştılar bir süre. Deniz havası ve macera heyecanı bir müddet onu sağlığına kavuşturdu ve yaklaşık üç yıl boyunca Doğu ve Orta Pasifik'te dolaşıp pek çok adada zaman geçirdiler. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu bir şeydi Güney Denizleri’ndeki adalar arasında bir gemi yolculuğu. Tüm bu süreçte tabii ki pek çok yapıt kaleme almaya da devam ediyordu. 1890’da Samoe Adaları’na yerleşmeye kara verince aldıkları arsaya bir ev inşa ederek orada yaşamaya başladılar. Samoalılarla birlikte yaşamaya uyum sağlayan Stivensın, yavaş yavaş kendini adaların kültürüne kaptırınca bir “siyasi uyanışa“ da neden olmaya başladı. O zamanlar sömürgeci devletlerin (Abd, İng, Alm.) savaş gemilerinin Samoa limanlarında sık sık görülmeye başlaması üzerine Stivensın kendini bu devletlerin karşısında, yerlilerin yanında konumlandırmaya başladı. Belki de bu ona, anavatanı İskoçya’nın içinde bulunduğu durumu anımsatmıştı; yerli kabilelerin birbirleriyle rekabetleri ve bölünmeleri üzerine oynayan yabancıların gelişine hazırlıksızdılar. Samoa toplumu üzerindeki dış baskılar arttıkça, gerilim kısa süre sonra kabileler arası iç savaşa dönüştü. Gördüğü şeylerden sonra politikacıları küçümsediğini söyleyerek arkadaşı
Sidney Colvin
Sidney Colvin
'e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Eskiden tesisatçıların mesleği hakkında kötü düşünürdüm ama politikacıların yanında nasıl da parlıyorlar!" Ölümünden bir ay kadar önce evinde, Samoalıları çağırdığı bir davet düzenledi. Burada yaptığı bir konuşmada, Samoalıların sömürgecilerden kurtulmak istiyorlarsa kendi aralarındaki kavgayı bırakmaları ve topraklarını korumanın yollarını şimdiden aramaya başlamaları gerektiğini söyledi: “Samoa'yı korumanın tek bir yolu var. Çok geç olmadan bunun farkına varın. Yollar, bağlar bahçeler yapın, ormanlarınızı koruyun, ürünlerinizi akıllıca satın ve ülkenizi işleyip yararlanın. Eğer bunu siz yapmazsanız, sizin yerinize başkaları yapar. Topraklarınızı işlemez de sadece üstünde yer kaplarsanız, artık sizin veya çocuklarınızın olmaktan çıkacak. Bu durumda siz ve çocuklarınız bilinmez bir karanlığa sürükleneceksiniz.” Son yıllarında da hiç durmadan yazmaya devam etti ancak yaşadıkları, içinde bulunduğu koşullar onu yormaya başlamıştı. Tüm sıkıntılarına, gurbetin tüm zorluklarına rağmen içinde bulunduğu durumdan nadiren şikâyet ederdi ve her gün yanında bulunanlar, onu nadiren morali bozuk bulurdu. Hoş bir yerde, gönüllü bir sıla hayatı yaşasa bile yine de bir gurbette olduğu ve özlemler onu kasıp kavurduğu için eski yakınlarına yazdığı mektupların birinde bu durumdan şöyle yakınmıştı: “Derinlerde bir patika var Ve denizde de bir patika. Fakat artık benim için Yok geri dönüş, yurduma…” 1893'ün son günlerinde, hem yaratıcı damarını tükettiğinden hem de çok fazla çalıştığı için kendini tükettiğinden korkmaya başlıyordu ve 1893 Aralık’ının 3. günü, akşam vakti Robert Luis Stivensın, ardında acılı bir anne, eş ve yarım kalmış bir roman ile insanların zevkle okuduğu her türden eserler bırakarak bu dünyadan ayrıldı. 4 Aralık 1893 günü annesi, kendi kız kardeşine yazdığı bir mektupta, oğlunun ölümünden şöyle bahsediyor: “Sevgili oğlumla ilgili dün akşamki korkunç haberi sana nasıl anlatayım. Saat 6’da iyiydi, akşam yemeği için acıkmıştı ve Fanni’ye mayonez sosu yapmasına yardım ederken birdenbire elini başına götürdü ve “Ah, bu acı da ne!” dedi ve ardından “Tuhaf mı görünüyorum?” diye sorarken dizlerinin üzerine çöktü. Fanni onu telaşlandırmak istemediği için ‘hayır’ dedi ve yardım ederek büyük salona götürüp bir zamanlar büyükbabasına ait olan koltuğa uzandırdı. Gelmem istendi, bir dakika içinde oradaydım ancak ben yanına varmadan çoktan bilincini yitirmişti ve iki saat boyunca öyle kaldı; 8’i 10 geçe, her şey bitene denk.” Ölümünün ertesi günü, Stivensın’ın, gömülmek istediğini söylediği Vaea Tepesi’ndeki cenaze merasimini, üvey oğlu Lloyd şöyle anlatıyor: “Mezarın etrafında toplandık ve hiçbir katedral, bizi kuşatan doğanın ihtişamından daha asil veya daha kutsal görünemezdi. İnsan elinin dokuduğu hangi şey bu kadar yüce bir yalnızlıkla rekabet edebilirdi? Önde deniz, arkada kadim orman; ayak basılmamış bir vahşi doğada parıldayan kayalıklar, uçurumlar ve uzakta çağlayan şelale… İngiltere Kilisesi ayinlerinin dokunaklı bir şekilde söylenen ilahileri, içinde bulunduğumuz sessizliği bozdu. Tabut indirildi, üzerine çiçekler serpildi ve ardından vahşi kürekler toprağı onun üstüne atmaya başladı.” …ve mezar taşında onun “Ağıt” adlı şiirinden şu satırlar yer aldı: “Geniş ve yıldızlı göğün altında, Mezarı kaz ve bırak uzanayım. Çok şükür yaşadım ve memnun olarak öldüm…” *** Ardından dile getirilmiş birkaç çift söz: “En vahşi maceralarla, en güzel çeşitliliklerle dolu bir hayat yaşayıp yine de sıkıcı olabilen insanlar var. Stivensın hasta odasında haftalarca konuşmadan yatabilir ve yine de -Bay Archer'a söylediği gibi-: 'Hayatımda hiç sıkılmadım,' diyebilirdi.” —Graham Balfour (kuzeni), “Life of Robert Louis Stevenson”dan Bir RLS uzmanı olan Jenni Kalder ise onun hakkında şunları söyler: “Stivensın’ın, ömrünü ‘mutlu’ ilan etmesinin oldukça imkânsız olduğu zamanlar olduğunu elbette biliyoruz ancak iyimser bir neşe felsefesi üzerindeki ısrarı, sahte değildir. İçinde bulunduğu durumları, sıkıntılarından ötürü bir an için bile olsa olumsuz olarak kabul etseydi, kendisini asla insanların zihnine kazıyamazdı. Yeteneğiyle hayatın her zaman, her şartta denenmeye değer olduğuna olan inancı, iç içeydi. Ama her zaman inancına göre yaşayamayacağını da herkesten daha iyi biliyordu.” Yıllar sonra, onun Amerika’daki son zamanlarından bahseden Dr. Trudeau da şunları söyler: “Louis, hastalığının araştırılması bir yana, böyle bir hastalığın varlığını kabul etmeyi bile reddediyordu. ‘Benim hastalığım benim dışımda bir şey,’ diye inkar ederek yine neredeyse kendini öldürüyordu. Bay Stivensın'ın görüşü, hoş olmayan gerçekleri görmezden gelmek ya da mümkün olduğunca kaçınmak ve güzel, ideal bir hayal dünyasında yaşamak üzerine kuruluydu.”
Henry James
Henry James
'in “
Kurgu Sanatı
Kurgu Sanatı
“nda ‘sanatın yaşamla rekabet etmesi gerektiği’ görüşünü, yanıt olarak yazdığı “Mütevazı Bir İtiraz” adlı denemede reddettiği görülüyor: “İster akıl yürütsün ister yaratsın, insanın tek yolu, gerçekliğin karmaşasına ve göz kamaştırıcılığına karşı gözlerini yarı kapamaktır. Hayat canavarca, nihayetsiz, mantıksız, apansız ve güçten düşürücüdür…” Stivensın ise ölümünden çok kısa bir süre önce şunları yazmıştı: “Bu dünyaya, üremeye, kalıtıma, görmeye, duymaya alışamıyorum; en sıradan şeyler bile birer yüktür.” *** Öldükten sonra, neredeyse 20. yy.ın tamamında alelade, ikinci sınıf bir yazar olarak görüldü.
Virginia Woolf
Virginia Woolf
ve kocası
Leonard Woolf
Leonard Woolf
gibi edebî şahsiyetler tarafından hakir görülerek korku ve çocuk edebiyatı dışında anılmaması gerektiği söylendi. Hatta okullarda öğretilen edebiyat müfredatından çıkartılarak uzun bir süre İngiliz Edebiyatı Antolojilerinden de dışlandı. 21. yy.a doğru pek çok modern edebiyatçının iadeiitibarıyla yeniden hatırlanmaya başlandı. Bugün UNESCO'nun kitap çevirileri veri tabanı “Index Translationum”a göre
Charles Dickens
Charles Dickens
’ın ardından 26. sıradadır. Amerikalı senaryo yazarı Rocır İbırt onun hakkında: “Gerçek şu ki Stivensın yetişkinler için de oldukça iyi bir yazar ve
Winnie The Pooh
Winnie The Pooh
ile
Peter Pan
Peter Pan
yerine
Joseph Conrad
Joseph Conrad
ve
Jack London
Jack London
ile aynı rafa konulmalı,” der. *** Üvey oğlu Lloyd, zeki bir çocuktu ve 13 yaşındaki bir eleştirmen adına takdire şayan bir şekilde konuşuyordu. RLS’nin kitaplarını üslup, biçim ve diğer nitelikleri nedeniyle övüyordu ama esas sorun, can sıkıntısıydı. Diğer temaların yanı sıra Batı Amerikan hikâyelerini de içeren heyecanlı kurgulara atıfta bulunarak, aksiyonlu ve heyecan verici bir şeyler yazıp yazamayacağını, neden böyle bir şey yapmadığını sordu? Lloyd bir deha tarlasına bir tohum ekmişti ve okuması için ilk meyvelerin gelmesi çok uzun sürmedi. Yağmurlu bir öğleden sonra Stivensın bir adanın haritasını çizdi ve üvey oğlu Lloyd'u eğlendirmek için ona uygun bir hikâye uydurmaya başladı. Baba Thomas Stivensın o sırada ziyaretteydi ve oğlunun projesine hevesle katkılarda bulundu. Stivensın'ın Define Adası’ndaki asıl amacı oğlanlar için bir hikâye yazmaktı: “Psikolojiye veya iyi yazmaya gerek yok," diyerek çocuk yazınını, Viktorya dönemi didaktizminin ağır zincirlerinden kurtarmayı başardı. Define Adası işte böyle bir süreçte doğdu. Lloyd, RLS’yi esas mesleği olacak olan macera hikâyelerine böyle yönlendirmişti. * * * Define Adası’nın haritası: i.hizliresim.com/8dg0fmh.jpg Kitabın ardından, incelemek isteyenler için romanın ayrıntılarına dair, künye vb.: shmoop.com/study-guides/li... * * * SÖZLÜK alabanda: Gemilerin iç yanları. alarga durmak: Uzak durmak, ilgisiz davranmak. alesta beklemek: Hazır durumda beklemek. bel: Uzun saplı, ayakla basılacak yeri tahta, ucu sivri, kürek veya çatal biçiminde bir tarım aracı. bocurgat: Ağır yükleri çekmek için manivela ile döndürülen ve döndürüldükçe çekilecek şeyin bağlı bulunduğu urganı kendi üzerine saran çıkrık. bodoslama: Geminin baş ve kıçında, gövdenin her iki yanının tam ortada birleştiği kalas veya metal dikme. borda: Geminin, kayığın yanı. cıvadra: Geminin baş tarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk. dümen yekesi: Dümeni kullanmak için dümenin baş tarafına takılan kol. faça etmek: Serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak. fırışka rüzgar: Yelkeni doldurmayacak kadar hafif esen rüzgâr. flok: Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken. garnizon: Askerî birliklerin bulunduğu yer. [k] gurcata: Gemide, üzerine donanımlar bağlanmak ve çanaklık kurulmak üzere ana direğin mavna kolları üstüne omurgaya çapraz olarak konan ağaçlara verilen isim. hempa: Ayakdaş, yoldaş. iskandil etmek: Deniz derinliğini ölçmek. iskele-sancak: iskele: Geminin sol yanı / sancak: Geminin sağ yanı iskota: Yelkenleri açmak ve tutmak için alt köşelerine bağlanan halat, zincir ve palangadan oluşan donanım. istralya: Gemide direk ve çubukları baş tarafından(burundan) tutan halat. karina: Gemi teknesinin suyun içinde/altında kalan bölümü. kasara: Geminin baş ve kıç tarafında, asıl güverteden yüksek olan kısa güverte. kerteriz almak: Pusula kertelerine(çentik/iz) bakarak bir noktanın gemiye göre hangi yönde ve ne kadar mesafede olduğunu belirleme. lomboz: Kamaralarla alt güverteleri aydınlatmak ve havalandırmak için bordalardan ve güvertelerden açılan yuvarlak gemi penceresi. lostromo: Ticaret gemilerinde tayfaların başı. manivela: Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol. mavna: Gemilere ve yakın kıyılara yük taşıyan, güvertesiz büyük tekne. mizana: Üç veya daha çok direği bulunan yelkenli gemilerde arka direk. mizana çarmıkları: Gemide ana direkleri ve gabya çubuklarını yandan tutan, kalın kenevirden veya telden halat. netameli: tekinsiz orsa: Yelkenleri rüzgârın estiği yöne çevirmekte kullanılan, her iki taraftan yelkenin ortasına bağlanan ip orsalamak: Geminin rüzgâr alan tarafa dönmesi, rüzgâra doğru seyretmesi. palamar: Gemileri iskele, rıhtım veya şamandıraya bağlamaya yarayan kalın halat. patrisa: Yelkenlilerde, gemi direklerini yan taraflarından kıç tarafına doğru tutan halatlara verilen isim. pike yapmak: Dik biçimde (suya) dalmak. prasya: Yelkenleri rüzgârın estiği yöne çevirebilmek için, yelkenlerin açıldığı serenlerin cundalarından donatılan selviçeler(halatlar). pruva: Geminin ön tarafı, baş bölümü. pupa: Geminin arkası, kıçı. salvo: Yaylım ateşi. seren: Yelkenli gemilerde üzerine dört köşe yelken açmak ve işaret kaldırmak için direğe yatay olarak bağlanan gönder. sintine: Gemilerde dışarıdan giren suların toplandığı, biraz çukurca olan, geminin en alt kısmı. talimar: Gemilerde cıvadra donanımına desteklik etmek için konulan, baş bodoslamadan omurgaya kadar uzanan ve bodoslamaya içe doğru bir meyil veren kısım. uskuna: 27 zirâ (yaklaşık 20-25 mt.) boyunda iki direkli bir yelkenli tipi.
Define Adası
Define AdasıRobert Louis Stevenson · İş Bankası Kültür Yayınları · 20175,7bin okunma
·
789 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.