Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

257 syf.
8/10 puan verdi
·
25 günde okudu
𝐊𝐈̇𝐓𝐀𝐏 𝐈̇𝐍𝐂𝐄𝐋𝐄𝐌𝐄:
İnsan Tabiatını Tanıma
İnsan Tabiatını Tanıma
Alfred Adler
Alfred Adler
𝐊𝐨𝐥𝐭𝐮𝐠̆𝐚 𝐑𝐚𝐡𝐚𝐭𝐜̧𝐚 𝐎𝐭𝐮𝐫, 𝐆𝐞𝐯𝐬̧𝐞 𝐯𝐞 𝐃𝐞𝐫𝐢𝐧 𝐁𝐢𝐫 𝐍𝐞𝐟𝐞𝐬 𝐀𝐥. . . 𝐒̧𝐢𝐦𝐝𝐢 𝐂̧𝐨𝐜𝐮𝐤𝐥𝐮𝐠̆𝐮𝐧𝐚 𝐈̇𝐧𝐞𝐥𝐢𝐦 . . . Sen bizim çocukluğumuza inmeden önce biz senin çocukluğuna inelim. Bakalım sende neler var
Alfred Adler
Alfred Adler
? Bu kitapta ‘’Çocukluğunuza İnelim’’ in kitaplaşmış halini okuyacaksınız. Alfred Adler’in, psikiyatristlerin ve psikologların hastalarının çocukluk dönemleri ile dertleri nedir? İşte bu kitap tam olarak bunu anlatıyor… ‘’Aşağılık Kompleksi’’ kavramını duymuşsunuzdur hatta günlük hayatınızda etrafınızda karşılaştığınız insanların bazılarında şahit bile olmuşsunuzdur mutlaka. İşte bu kavramı ortaya çıkaran kişi,
Alfred Adler
Alfred Adler
’dir. Bir insanın kişiliğinin oluşmasında gelişmesinde aşağılık duygusunun ve bu duygunun giderilebilmesi için sarfedilen çabaların öneminden bahseder. 1920’li yıllarda yazılmış olan bu kitap günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır.Herhangi bir insanın davranışlarını anlayabilmek, ancak çocukluk yıllarında geçirdiği süreçte saklıdır. Bir insanın çocukluk dönemi,o kişinin sır kutusudur. 1920’li yıllarda
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in Viyana Halk Enstitüsünde vermiş olduğu konferansların bir derlemesi olarak bu kitap karşımızda çıkmaktadır: (Understanding Human Nature: A Key to Self-Knowledge, Adler).
Alfred Adler
Alfred Adler
, anne-babanın rolüne ve önemine hatta toplumun insan karakterini şekillendirici etkisine dikkat çekerek, bir yetişkin insanın aslında hayatının ilk yıllarında (0-6 yaş) kişilik ve karakter yapısının belirlendiğine vurgu yapar. Tıpkı
Sigmund Freud
Sigmund Freud
da aynı şekilde yaptığı gibi. Yaşamlarından memnun olmayan, sürekli pesimist tavırlar sergileyen, kendisiyle hayatla ve toplumla bir türlü barışık ol(a)mayan kimselerin bu tür rahatsızlıklarının kaynağının nereden geldiğini, bireyin hatalı sorunlu davranışlarının toplumu nasıl olumsuz etkileyebileceğini, bireyin kendisine ayna tutarak hatalarının nasıl görebileceğini sağlayan bir farkındalık yaratmaktadır. Asıl gaye, bireyin kendini düzelterek topluma entegre olabilmek için yapacağı bir hareket planı çizmektedir. Hangi açıdan bakarsak bakalım bu sorunun giderilebileceğini gösteren insana yaşama ümidi aşılayan bir kurtarıcı kitap niteliğindedir. Bir sebeptendir ki; bu kitap aynı zamanda bir ‘’Misyon Sahibi Kitap’’ tır da denilebilir. Psikoloji ve pedagoji biliminin ayaklarından tutatarak zemine oturtur. Kitaplardan okunan ya da kürsüden anlatılan bir bilim olmaktan ziyade bizzat sahada ayakları yere basarak pratik okulunda öğrenilmesi gerektiğini söyleyen devrimsel bir etki yaratmıştır,
Alfred Adler
Alfred Adler
Kitapta anlatılanlar,
Alfred Adler
Alfred Adler
’in ‘’Bireysel Psikoloji’’ kuramının açıklamasından oluşmaktadır. Aşağılık kompleksi – dolayısıyla bağlantılı olarak ardından gelen Üstünlük Kompleksi - karşıt cinslerin arasındaki ilişkiler, çocukluk dönemi, sosyal duygu, insan karakterleri, mizacı, rüyalar, hayaller, cinsiyet farklılıklarının bireye neler yüklediği..vs birçok konuya ışık tutuyor. Pek tabi ki
Sigmund Freud
Sigmund Freud
etkisi de gözlemleniyor ancak o kısma, incelemenin ilerleyen kısımlarında değineceğim. Bir yazarın yazdığı eserlerinin genetik kodları, o yazarın yaşam öyküsüne dayanır.
Alfred Adler
Alfred Adler
’in çocukluğuna ve yaşam öyküsüne inelim ve Onu anlamaya çalışalım; Lakin Psikoloji Bilimi’nin ve İnsanlığın hizmetine sunduğu kavramlar ve kuramlar, kendi hayat hikâyesiyle doğrudan ilişkili. ALFRED ADLER’İN RUHUNUN GENETİK KODLARI: ‘’Kendi Çocukluk Dönemi’’
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in çocukluğunda belli başlı ruhsal durumuna direkt etki eden bazı kırılma noktaları olmuştur. İncelememde bu kırılma noktaları üzerinde duracağım: 1. KIRILMA NOKTASI: Çocukluğunun ilk beş yılı ve hastalıklar
Alfred Adler
Alfred Adler
, 1870 yılında orta halli bir Yahudi ailenin ikinci çocuğu olarak Viyana’nın bir köyünde dünyaya gelir. Toplam dört kardeştirler. Annesi ev hanımı babası ise küçük burjuva bir tüccardır. Çocukluk evresinin ilk yıllarında hastalıklar yakasını bırakmaz. Özellikle de Raşitizm Hastalığı onu hem kardeşlerinden hem de okuldaki akranlarından geride bırakır. Erken yaşta yaşadığı bu zafiyet, elbette psikolojisinde derin bir etki bırakacaktır. Lakin bu, kolay bir hastalık da değildir. Raşitizm Hastalığı Nasıl Bir Hastalıktır da
Alfred Adler
Alfred Adler
’in Dünyaca Ünlü Bir Bilim Adamı Olmasına Sebep Olmuştur? Raşitizm, genellikle 6-18 aylık çocuklarda görülen, uzun süreli ve aşırı miktarda D vitamini eksikliğinden kaynaklanan bir kemik hastalığıdır. Çocukların kemiklerinin yumuşamasına ve zayıflamasına neden olur. Kemik oluşumunun tam olmaması nedeniyle tedavisi geciktirilmiş, ihmal edilmiş hastalarda uzun kemiklerde şekil bozukluğu olur. Küçük Alfred, bu hastalık sebebiyle – dört yaşına kadar yürüyemez, hastlıklar yakasını bırakmaz; Küçük Alfred, bu sefer de beş yaşında ölümcül bir zatürreye tutulur. Ölüm, Onu kılpayı ıskalar ancak bu sefer de doktoru yaşama ihtimalini çok görmez. Yine de yaşama tutunan
Alfred Adler
Alfred Adler
, imkânsızı başarır ve hayata bir şekilde tutunur. Sadece çocukken geçirdiği hastalıklarla da kalmaz Alfred ve küçük kardeşinin hemen yanı başındaki yatakta ölümüne gözleri ile şahit olur. Yaşadığı ilk yıllar, çocukluk zayıflıkları ve aşağılık duygusu mücadeleleriyle geçmiştir. Adler’in çocukluk yıllarında yakalandığı bir sürü hastalık - en önemlisi de Raşitizm hastalığı - kardeşleri ile olan mücadeleleri, annesinin takdirini kazanma çabası..vs davranışlara süreklenmesi psikolojisinde derin bir etki bırakmıştır. Yaşadığı hastalıklar sebebiyle annesi tarafından doğal olarak oldukça şımartılmış/biricikleştirilmiştir. Erkek kardeşinin doğumuyla birlikte aile içindeki popülerliğini yitirmiştir. Babasıyla güvene dayalı bir ilişki kurmuştur. Büyük kardeşi Sigmund’u kıskanması çocukluk ve ergenlik yıllarında ilişkilerinin kötü gitmesine sebep olmuştur. Tüm bu olaylar, ilk kırılma noktasıdır. Bu ilk kırılma noktalarını daha çocukluğunun ilk beş yılında yaşamıştır. İlk beş yaş dediğiniz şey, bir bireyin hayatı yeni yeni anlamlandırmaya başladığı dönemdir. Alfred’in çocukluğunun kabus gibi geçen ilk beş yılı, onun hayata bakışını, psikolojisini, karakterini, kişiliğini ve hayata karşı duruşunu belirlemiştir. Tüm bu üst üste gelen şeyler, ileride küçük
Alfred Adler
Alfred Adler
’in dünya tıp-psikoloji-psikiyatri tarihinde çığır açan bir doktor olmasına yol açacak, psikiyatri tarihine altın harflerle adını yazdıracak bir idolü doğuracak, kendi çocukluğunda çektiklerinden hareketle başka çocuklar anne babalar üzülmesi diye hastalarına şifa dağıtacak, anne-babaları eğitici yüzlerce konferans yapacaktır. Bunla da kalmayacak ve tüm öz yaşamından elde ettiği deneyimler ve bilimsel araştırmalarıyla bilimsel literatürde çokça kullanılan ve yine kendi mucidi olduğu Bireysel Psikoloji kuramının temel taşları olan ‘’Aşağılık ve Üstünlük Kompleksi’’ kavramlarının da ayrıca bir mucidi olarak Dünya Psikiyatri Tarihine adını yazdıracaktır. “Her kötü olayın bir iyi tarafı vardır”denilir ya; arka arkaya çocukluk yaşında geçirdiği tüm bu belalı hastalıklar, dünyaca ünlü bir bilim adamını bilim dünyasının sahnesine çıkmasına, insanlığa büyük katkılar sunmasına ve bilim tarihin altın sayfalarında yerini almasına sebep olmuştur. 2. KIRILMA NOKTASI: Baba faktörü Baba var(!) . . . Baba var(!) . . .Öylesi de var böylesi de var dedirten adam: Leopold Adler. Öğretmeninin velisini (babasını) okula çağırttırıp ‘’Senin oğlanda iş yok. Senin oğlanı al ayakkabı tamircisinin yanına çırak ver daha iyi olur.’’ demesi üzerine babası öğretmene karşı sert tepki gösterir; oğlunun kendi mesleğini kendisinin seçeceğini söyler. İşte bu tepki, tam anlamıyla bir kırılma noktasıdır. Dönemin şartlarını dikkate alıp değerlendirdiğimizde babanın tavrının ne kadar değerli olduğu daha çok anlaşılıyor (!) DİKKATİNİ ÇEKERİM (!) bahsettiğimiz dönemler 1800’lü yıllardır; o dönemlerde aileler, çocuklarını eve ekonomik katkı sağlaması için zorla işe göndermektedirler. Teknik imkanlar henüz kısıtlıdır, evlerde ekonomik çarklar çok zor dönmektedir. O dönem, her bir birey, çocuk-yaşlı demeden taşın altına elini sokmak zorundadır. Dönemin zorlukları göz önüne alındığında ailelerin çocuklarını bulunan herhangi bir işte çalışmaya zorlamaları, gayet haklı görünen bir gerekçedir. Böylesi ağır şartları olan bir dönemde bir babanın öğretmenine bu şekilde karşı çıkıp çocuğunun kendi mesleğini ve geleceğini kendisinin belirleyebileceğini söyleyebilmesi, takdire şayan bir davranıştır.
Alfred Adler
Alfred Adler
, baba konusunda şanslı bir adamdır, babadan yana yüzü gülmüştür de denilebilir. Öğretmeni tarafından dışlanan/itilmek istenen eğitim hayatından diskalifiye edilmek istenen bir çocuğa kol kanat geren, her şeyden önemlisi/değerlisi de ‘’Özgüven’’ aşılayan bir baba, bir çocuğu ve onun psikolojisini/ruhsal hayatını uçurumun eşiğinden çekip çıkarmış ardından kanatlarını takıp uçurmuştur. Günümüzde maalesef babadan yana şansı olmayan binlerce çocuğun özgüven bunalımı yaşamak zorunda kaldığı düşünülünce böylesi bir hareketin hele ki 1800’lü yılların zor şartları göze alındığında ne kadar da altın değerinde olduğunu belirtmemiz gerekir. İncelemeye bir parantez açalım;
Alfred Adler
Alfred Adler
e hayat babadan yana yüzünü GÜLDÜRMÜŞTÜR ve dünya çapında ünlü bir bilim adamı olmuştur. Ancak yine aynı hayat herkese aynı şartları sunmamış;
Franz Kafka
Franz Kafka
‘ya bu konu adil davranmamıştır. Yani,
Franz Kafka
Franz Kafka
ya hayat babadan yana yüzünü GÜLDÜRMEMİŞTİR. Bir yerden kapıyı kapatan hayat; diğer yandan
Franz Kafka
Franz Kafka
‘ya başka bir kapıyı açacak ve dünya çapında büyük yazarların arasında kendine yer bulacaktır.
Franz Kafka
Franz Kafka
konusunu burada kısa tutuyorum. Çünkü başka bir incelememde oldukça detaylı işledimbu konuları.
Franz Kafka
Franz Kafka
nın bu konuda başına gelenleri okumak için kitap incelememe buradan ulaşabilirsiniz: #208272308 Baba ve çevre faktörü, elbette önemli ve belirleyicidir. Ancak iş, bireyde (kişide)biter. Bireycilik (Individualizm), her zaman kazanır. Bireycilik (Individualizm) kavramını en güzel roman haliyle okumak isterseniz
Jack London
Jack London
ın yazdığı
Martin Eden
Martin Eden
kitap incelememe şuradan ulaşabilirsiniz: #208368213
Alfred Adler
Alfred Adler
kitap incelememize geri dönelim . . .
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in çocukluğunda geçirdiği bir dizi sağlık sorununun etkileri, devamında eğitim hayatını da aynı şekilde etkiler; zaten çocukluğunun neredeyse tamamı hastalıklara bağlı fiziksel yetersizliklerle mücadeleyle geçmişken bir de üzerine eğitim hayatında da başarısız olarak ithaf edilir ve bu sebeple de kendisinde bir aşağılık kompleksi oluşur. Aşağılık kompleksinden kurtulmak için kendisine belirlediği yaşam biçimi ise üstünlük hedefi olarak ortaya çıkar. (Kendi çocukluğunda yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak oluşturduğu içselleşerek ortaya çıkan canlı bir kuram: Bireysel Psikoloji) 3.KIRILMA NOKTASI: Faydalı Bir İnatçılık İnatçılık, sonu ya iyi ya kötü biten bir finali olan kavramdır. Bir insan, inadını ısrarla ve katı bir kararlılıkla sürdürdüğü durumlarda başına büyük belalar açabilir ya da inadını aynı şekilde ısrarla sürdürdüğünde hedeflediği yaşam gayesine ulaşıp mutlu ve mesut bir hayat da sürdürebilir;
Alfred Adler
Alfred Adler
, ikinci olasılığı seçmiştir. Onun inatçılığı, sonu hem kendisi hem bilim camiası hem de tüm dünya insanlığı adına faydası dokunacak türden bir inatçılıktır. O, kaderin sürekli başını ezdiği adamdır. Ancak O, hayata küsmek yerine hayata tutunup mücadele etmeyi tercih eden inatçı kafalı bir adamdır. Lisedeki matematik öğretmeninin ona artık ödev yapmasının bir gereği olmadığını ve daha fazla sinirlenmemek için bir daha ona soru sormayacağını belirtmesi üzerine
Alfred Adler
Alfred Adler
, bu duruma karşı bir tepki olarak dersleri eskisiden çok daha dikkatle dinlemeye daha çok derslerine odaklanmaya başlar. O, artık işi inada bindirmiştir. Bu inatlaşmanın sonu, hayra alâmettir; Alfred, matematik derslerinde sınıf birincisi olur. İlerleyen dönemlerinde “Yaşamlar İlgili Sorunlar” kitabında bu olaydan sonra kendine hep “kendine bir sınır koymamak şartıyla, her insan her şeyi yapabilir” düşüncesini işleyecektir. BİREYSEL PSİKOLOJİ’NİN AYAK SESLERİ: Yazdığı ilk kitabı (1898) önemlidir. Lakin terzilerin sağlık şartlarıyla ilgilidir. İleride kuramına ilham verecek olan düşüncelerin proto-tipleri bu kitabı yazarken oluşmuştur; bunlar insanı, dürtüleri ile güdülerinin toplamı olarak değerlendirilmesi yerine bütünsel olarak bakmak gerekir, sadece fiziksel özellikleri ile değil dış çevresiyle kurulan ilişki ve doğuştan gelen melekelerin de farkındalığı belirleyicidir. İşte bu bakış açısı, Psikoloji Biliminde bir devrim niteliğindedir. 1911 yılında göz hastalıkları konusunda uzmanlaşmaya karar verse de psikoloji bilimi kanına girmiştir. İnsanı bütünü ile ele alma düşüncesi Onu oldukça heyecanlandırmaktadır. Pratisyen hekim olarak; kişinin bütününe odaklanarak hastalığın durumuna bütünsel bakarak fiziksel, psikolojik ve sosyal faktörlerin bir bütünsellik içinde etki gösterdiğini belirtir. BİREYSEL PSİKOLOJİ (INDIVIDUAL PSYCHOLOGY): Bireysel Psikoloji’nin kurucusu:
Alfred Adler
Alfred Adler
Bir insanın yaşam gayesi, çocukluğunun ilk 5-6 yılı içerisinde şekillenmekte olup bireyin dünyayı nasıl anlamlandırdığı, nasıl algıladığı, kendince nasıl yorumladığı ve ‘’Benlik’’ oluşumu, bu ilk 5-6 yıl içinde oluşur. Bireysel Psikoloji’nin misyonu, bireyin yaşam gayesi doğrultusunda ilerlerken gerekli davranışları, sergileyeceği yanlış davranışların tespiti ve düzeltilmesi, sosyal bir varlık olarak dış çevreye entegre olmasına yardım etmektir. Kısaca, Bireysel Psikolojinin Temel Kavramlarına göz atalım: 1. Sosyal İlgi/Toplum Duygusu (Social Interest): İnsan, sosyal bir varlıktır. Bu özelliği, ona doğuştan genetik aktarımla gelmiştir. İnsanlığın evrimi sürecinde de diğer insan türü primatlardan kitlesel iletişim kurabilme ve toplu bir şekilde organize olabilme yetenekleri sayesinde sıyrılmış ve öne geçmiştir. Dolayısıyla zaten doğal genetik aktarımı sebebiyle bundan da kaçış mümkün değildir. Ayrıca insan, sosyal bir varlık olmak zorundadır. Toplumdan kopuk halde yaşayamaz; insan, genetiği kodlanmış sosyal bir varlık olarak kendini bu sosyal özünden ayırması da mümkün değildir. Tüm bireyler, toplum için çalışıp dünyayı daha yaşanabilir, güzel bir hale getirmeye çalışmalıdır. Eğer olur da birey, sosyal bağlarından kendini ayırırsa mutsuz/bir yarısı eksik kalacaktır. Temelde amaçlanan şey, zaten bireyin toplumla kaynaşıp – topluma eklemlenip - ‘‘birey’’ niteliği kazanmasıdır; BURAYA DİKKAT (!) >>> Bu noktada Bireysel Psikoloji, Psikanalizden ayrılır. ‘’Psikanaliz’’, bireyin dürtüleri ile toplum arasında bir savaş içerisinde olduğunu öne sürerken; ‘’Bireysel Psikoloji’’, bireyin diğer insanlarla iletişim kurmak için doğuştan bir potansiyel barındırdığını savunarak Psikanaliz’den kendini ayırmış olur. İşte tam olarak bu olguya ise ‘’Sosyal İlgi’’ denir. Bir insanın yaşamının değeri, yalnızca başkalarının hayatına kattıklarıyla ölçülebilir. İnsanın sosyal bir varlık olduğuna vurgu yapan – bireyi kollektivist bir alt yapıyla toplumun/evrenin hizmetine sokan bu devrimsel kuramın mucidi,
Alfred Adler
Alfred Adler
’dir. İşte bu, Psikoloji Biliminde devrim niteliğinde bir kuramdır. Şimdi neşteri biraz daha derinlere vuralım; “Sosyal İlgi” kavramının içini biraz daha açalım: Ancak benim
Alfred Adler
Alfred Adler
in ‘’Sosyal İlgi’’ kavramından anladığım; nefes alabilen hayat belirtisi olan her şey, bu kapsamın içine girer; sadece insana özel bir kavram değil, aynı zamanda tabiatı tümden kabul edip – hayvanı, bitkiyi, tüm canlıyı - içine de alan bütünsel- kapsayıcı bir kavramdır. Kendi egolarından sıyrılabilen birey, başkalarının da perspektifinden bakabilme yetisiyle hareket eder – bu bir çeşit, toplumsal/sosyal empati yetisidir – de denilebilir. Bu, öyle bir yetidir ki; bir birey, başkasının gözüyle görebilir, kulağıyla duyabilir hatta kalbiyle bile hissedebilir. Her bir bireyin bu şekilde davrandığı varsayıldığında ise bireyin sorunlarla mücadele ederken kullandığı tüm argümanların, materyallerin…vs tüm mücadele araçlarının da artmış olmasıyla daha fazla verimlilik sağlandığı gözlenecektir. Sadece sosyoloji bilimi açıdan değil psikoloji bilimi açısından da bakarsak; Birlikten kuvvet doğar ya da ‘’Sosyal Empati’’den kuvvet doğar diyebiliriz. Bu da Psikoloji Biliminin Sosyoloji Biliminin katalizörü olduğunu gösteriyor. Devletlerin ve milletlerin gelişmesini sağlayan esas ana bilim Psikoloji Bilimidir diyebiliyoruz rahatlıkla. Kulağa çok hoş geliyor… Devam edelim … Sosyal ilgi, ilk olarak anne kucağında başlar, anneler neden kutsaldır başlığı altında ayrıca incelenmesi gereken bir konu daha. Ama bu yazının bütünlüğü için şimdilik buralara girmeden devam ediyorum. ANNE İLGİSİ: Bebeğin gözünü açtığı anda ilk gördüğü varlık, annedir. İlk temas, anneyle başlar. Bu yüzden en önemli görevler de anneye düşer: Annenin temel görevleri, Çocuğu cesaretlendirmek, özgüveni sağlamak/desteklemek, çocuğun anneyle beraber geliştirdiği sosyal ilgiyi diğer insanlarla da geliştirebilmesine yardım etmektir. Annenin görevi, elbette bu kadar değildir. Anne, kendi sosyal hayatındaki davranışlarıyla da çocuğuna rol model olmak zorundadır. Anne, bunu sağlayamazsa sevgiyi sadece çocuğuna odaklarsa, çocuk sosyal ilgiyi diğer bireylere aktarmayı bilmeyen bir bencile dönüşecektir. Tam zıttı bir durumda ise; anne, eğer sevgisini sadece eşine odaklarsa, çocuk(lar) değersizlik hissine kapılacaklardır. Anne, tam da merkezde ve ana belirleyici bir konumdadır. KAYITSIZ-PASİF ANNE: Daha da kötüsü eğer anne çocuğa kısıtlı bir ilgi gösteriyor ya da hiç ilgi göstermiyorsa ki bu en tehlikelisidir. Anne, annelik görevlerini yerine getirmek zorundadır, çocuğuna karşı ilgi/alakayı/sorumluluğu yüksek tutmalıdır, anaç olmalıdır. Aksi takdirde; ‘’Kayıtsız ve Pasif Anne’’, bir çocuğun psikolojisinde hayatı boyunca onulmaz yaralar açacak, bireyi ömür boyu bu sorunlar zinciriyle boğuşmak zorunda bırakacaktır. Pek tabii ki birey, topluma eklemlenmiş bir parça olduğu için bu durumun topluma da ülkeye ve tüm dünyaya dahi olumsuz yansımaları olacaktır. Bu, bir domino taşı etkisi yapacak olan vahim bir durumdur. OTORİTERYANİST BABA: Diğer bir olumsuz etki de ‘’İlgisiz ya da Otoriteryanist Babalar’’da görülür. ‘’Pasif Anne’’ ve ’İlgisiz ya da Otoriteryanist Baba’’ hem çocuk hem de toplum için bir kanserdir, yıllar ilerledikçe yarattıkları hasarlar, hem bireyin ruh sağlığında hem toplumda metastaz yapar. İkisinde de çocukta yarattığı travma ve topluma verdiği zarar, aynı güçtedir. Anne-babanın çocuğu sürekli eleştiriyor olması çocuğu çekingen yapar. Çocuk, attığı her adımda yanlış yapma korkusu içindedir. Kendine güven duygusu gelişmez, başkasının etkisinde kalır, kendi iradesini kaybeder, kim nereye çekerse oraya yönlenir, kırılgan ve hassas bir kişilik yapısı gözlenir. Aşağılık duyguları ise oldukça gelişmiştir. ‘’Sosyal İlgi’’nin oluşması için ebeveyn tavırları belirleyicidir. Otoriteryanist Baba davranışları ve sonuçları hakkında
Franz Kafka
Franz Kafka
’nın
Babaya Mektup
Babaya Mektup
adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Bu kitapla ilgili incelememe şu linkten ulaşabilirsiniz >>> #208272308 Bir bireyin sağlıklı bir ruha sahip olabilmesi için topluma uyum sağlaması ve topluma katkıda bulunması gerekir. ‘’Toplumsal Aidiyet’’i genetiksel ve evrimsel aktarımla süregelen sosyo-psikolojik etkisi olan bir gendir. Sonuç: İnsan = Sosyal Varlıktır 2- YAŞAM STİLİ (Style of Life): Kendi kendinin ‘’Yaşam Mimarı’’ Her bireyin çocukluğundan itibaren hayatta maruz kaldığı zorluklara karşı kendine özgü yöntemlerle mücadele eder. Bu özgünlük, bir ‘’Yaşam Stili’’ ni oluşturur; amiyane tabiriyle ‘’Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır.’’ Her birey, ‘’Nevi şahsına münhasır’’dır, eşi benzeri bulunmaz. Bireyin olaylar karşısında verdiği tepkiler, algısı, kafasında oluşturduğu çıkarımlar ve yorumlama yetisi, her bir insanda farklı farklı kendini gösterir. Bu konunun daha çok ‘’Mikrobiyoloji Bilimi (Bakteri Bilimi)’’ ile ilgisi var ama konuyu dağıtmamak için girmiyorum. Yaşam hedefleri, 4-5 yaşlarında oluşur ve kristalize bir hal alıp ilerleyen süreçlerde de aynı şekilde devam eder. Birey, bu yaşlara geldiğinde yaratıcı gücü, yaşam hedefi oluşturabilecek olgunluğa gelir ve bundan sonra kişinin bütün çabası, yaşam hedeflerinin egemenliği altındadır. Bu dönemde, ilerideki yetişkin kişinin bir prototipi ortaya çıkmış olur. İnsan, kendi kendini inşa eder. Kendi kendisinin ‘’Yaşam Mimarı’’dır. Yaşam Stili, bireyin dünyayı nasıl algıladığını, dünya hakkında nasıl bir fikri olduğunu, yaşam yolunda izlediği genel stratejileri ve benliğini içeren bir bütünselliktir. Bütün çarklar, birbirinden bağımsız var olur ancak birbiriyle içiçe çalışır. Yine baktığımızda ‘’Yaşam Stili’’nde belirleyici olan çocukluk dönemi ilk 5-6 yaşlarıdır. Burada incelenmesi gereken aile içi ilişkiler, doğum sırası (1.2.3.çocuk sıralaması), anne-baba davranış tutumları, kardeşler arası ilişkiler..vs. Ancak yine de bir birey, daha sonraları davranışlarını şekilledirme/kabuğunu kırabilme gücüne sahip güçlü bir yaratıktır. Özgün bir varlıktır çünkü kendi kendini inşa edebilecek yetisine sahiptir. Her birey, tercihleri/seçimleri ile anlam kazanır. Yaşam tarzı, 4-5 yaş civarında oluşur ve ilerleyen yıllarda değişime karşı direnç gösterse de genellikle temelde aynı kalır. Birey, hatalarını fark edip de temel noktayı değiştirmeye çalışmadığı sürece temel davranışlar aynı kalmaktadır. Yani, can çıkar huy çıkmaz.. Kısaca “Yaşam Tarzı”, kendi oluşturduğumuz hedeflere kendimize has ulaşma yoludur. 4. KURGUSAL FİNALİZM (Fictional Finalism): YARATICI BENLİK (The Creative Self): Bireyler, kendi sahip olduğu bilgiler dahilinde kafasında şekillendirdiği bir inanç ile hayata bakış açısını geliştirir. Yani, bireyin zihninde kendisine has bir yorum bulunur. İşte bu durum, Bireysel Psikolojide bireyin dünyaya bakış açısını oluştururken diğer yanda bunu oluşturabilme/yaratma yetisine de ‘’Yaratıcı Benlik’’ demektedir. Yaratıcı Benlik, insanın hayatına kendine has bir yaşam gayesi koyar, bu gaye davranışlarda birbiriyle örtüşmeyi beraberinde getirir kişilik ile bütünsellik oluşturur. Her bireyin özel yaşamında küçük-büyük mutlaka bir hedef vardır. İnsan doğası gereği, bir amaca yönelik/ileriye atılan bir varlıktır. İşte bu gayeye ulaşırkenki tüm çabalar zincirine, ‘’Kurgusal Finalizm’’ denilir. İnsanlar, gözünü dünyaya aciz muhtaç olarak açar (aşağılık vaziyette/konumda) ancak azgın bir mükemmele ulaşma dürtüsüyle yaratıcı bir güce sahip bir varlıktır. İnsanı anlamak/insanın kodlarını çözümleyebilmek, mükemmele ulaşan yoldaki amaçlarını/hedeflerini anlamaktan geçer. Motivasyon kaynakları nedir? Örneğin hedefe vardığında bu hedeften bencilce sadece kendi egosunu mu tatmin edecektir, kendi zevki için bolca para kazanıp kendi kendini mi ihya edip hedonist bir hayat mı sürecektir yoksa insanlığın hizmetine/katkısına sunacağı bir evrensel bir hedefe ulaşmanın mutluluğunu mu tatmaktır motivasyon kaynağı… Ya da bir doktorsa keşfettiği bir tedavi yöntemini bulup dermansız hastalara şifa dağıtmasındaki haklı sevinci, gururu yaşamak mıdır? Bu yüzdendir ki hedefi olmayan, her günü aynı birbirine benzeyen monoton hayata sahip insanlar için hayatın bir anlamı yoktur. Her gün aynı doz sakinleştirici gibi kendilerini uyuşturan sadece gününü tamamlayıp geçme derdinde olan katmadeğersiz mütevazı hobiler ya da tv ekranlarında boş programlarla zaman geçiren ölü saatlere kendilerini teslim eden insan sürüsünün bir üyesi mi olacağız?
Alfred Adler
Alfred Adler
çok mu haksız acaba? Kısaca; Yaratıcı Benlik, “Neyle” doğmuş olmamız değil yeteneklerimizle “Ne yaptığımız/yapabildiğimiz”dir. 5. Doğum Sırası Ve Kardeş İlişkileri: Doğum sırası, kişilik gelişiminde önemli yer tutar. Bu durumun önemine ilk vurgu yapan kuramcılardandır ##$##yazarSeolar:i4740.$$#$$ Bu bir çeşit psikolojik doğum sırasıdır. Kardeşler arasında ebeveynlerin ilgisini çekme ve güç kazanma yarışı, bir çeşit psikolojik harptir ve harp bireylerin yetişkinlik dönemlerindeki davranışlarında da bir etki bırakır. İlk Çocuk: Ebevenylerin ilk kez bir çocuğa sahip olacakları ve daha önce hiç yaşanmamış olan özel bir duygu ve heyecandır. Ebeveynlerin tecrübesi yoktur çocuğa nasıl bakılır davranılır..vs bunları ilk kez deneyimleyeceklerdir. Bu sebeple acemiliklerinden dolayı ekstra özenli ve titiz davranırlar, üzerine titrerler. İlgi odakları, tek ve biriciktir. Bu sebepten dolayıdır ki çocuk şımarık yetişir ta ki ikinci çocuk gelene kadar. Buradaki önemli husus; İkinci çocuk aileye katıldığı zaman eğer ilk çocuk üç yaşından daha büyükse kardeşini benimsemesi ve kabullenmesi daha kolay olacaktır çünkü çocuk o yaşa kadar kendi yaşam stilini oluşturmuş ve yaşamının merkezine kendisini koyabilmiştir. İkinci Çocuk: İkinci çocuk demek, rekabet ortamı demektir. Bunun sebebi, ilk çocuğun kendisini rakip olarak görmesidir. İçten içe ilgi kavgaları başlar. İkinci çocuğun hayatı boyu çekeceği bir misyonu vardır ki bu da ilk çocuğun göstermiş olduğu başarıdan daha büyük bir başarı göstermesinin yarattığı strestir. Bu sebeptendir ki ikinci çocuklar mükemmeliyetçi ve hırslı bir yapıda olurlar. En Küçük Çocuk: Ailenin en küçük çocuğu her zaman gözetilir. Anne-baba da diğer büyük çocuklarından aynı ilgi alakayı göstermeleri için beklentiye girer. Tüm aile fertlerinin ilgi odağı haline doğal olarak geldiği için gözde ve şımarık çocuktur. Yıllar geçse de ailenin büyümeyen hep aynı kalan şımarık çocuğudur. Herkesin bir nevi el attığı desteklediği ilgi odağı haline geldiği için yetileri zayıf kalan en küçük çocuk kendini ilerleyen yaşlarda güçsüz hisseder ve bu da aşağılık kompleksini tetikler. Etrafındaki insanların daha güçlü olduğu kanaatine varır, kendini başkalarının yardımına muhtaç halde hisseder, küçük yaşlarda hep kendinden büyüklere bağımlı olarak yaşamaya alışmış bu birey, ilerleyen yaşamında da yaşamının sorumluluğunu sırtlayacak güce ulaşamadığı için yaşam amacını belirlemesi mümkün olamayan bireylerden biri olur. Tek Çocuk: Tek ve biricik konumu gereği şımartılma oranı en yüksek çocuk tipidir. İlerideki dönemlerde üstünlük duygusu şişmiş hale dönüşebilir. Narsist eğilimler gözlemlenebilir. Sosyal çevreye adaptasyon, bireysel ilişkilerde kopukluk .. vs gibi sorunlar da cabası.
Alfred Adler
Alfred Adler
‘e göre daha önce de denildiği gibi birey dünyaya yetersizlik duygularıyla gelir ve bundan kurtulma süreci ise üstünlük çabasını doğurur. Yani, aslında üstünlük çabasının kaynağı, yetersizlik duygularıdır. AŞAĞILIK KOMPLEKSİ ( Inferiority Complex ): Aşağılık kompleksi (Aşağılık Karmaşası) kavramının kurucusu/isim babası/mucidi
Alfred Adler
Alfred Adler
’dir. Bireyin kendisinde tespit ettiği bazı yönlerini diğer bireylerle kıyasladığında kendinde eksiklikler/acizlikler hissetmesinden kaynaklı yaşadığı bir karmaşadır/komplekstir. Bebek, doğduğu andan itibaren eksiklik/acizlik duygusuyla dünyaya gelir. Çünkü doğan bebek, güçsüz, aciz, muhtaç ve savunmasızdır. Beslenip hayatta kalması ve kendini güvende hissetmesi için kendinden daha güçlü konumdaki Yetişkinlerin (Anne-Baba) ilgisine muhtaçtır. İlerleyen süreçlerde bebeklikten çocukluk çağına geçen birey, doğal yapısı gereği çevresiyle etkileşime girdiğinde etrafıyla kendini kıyaslama mekanizmasını devreye sokar. İşte bu içgüdüsel olarak devreye kıyaslama mekanizması, ‘’Aşağılık Duygusu’’nu doğurur. Kısaca, bu duygu bireyin diğer bireylerle etkileşimdeyken kendi onlarla kıyasladığında kendini yetersiz hissetmesidir. Aşağılık Kompleksi (Aşağılık Karmaşası), çok iyi anlaştığı bir akraba duygusu vardır. Biri olmadan diğeri beslenemez. O duygu ise ‘’Kıskançlık Duygusu’’ dur. Kıskançlık Duygusu, bireyin hem özel hem iş hayatında çevresiyle kendisini kıyaslama yaptığında kendini yetersiz hissetmesi ile ortaya çıkar. Bu kıyaslama sonucunda kendisinin yetersiz/aciz ve aşağıda bir konumda olduğunu hisseden bireyde bir hastalığın yan etkileri gibi farklı nevrotik bozukluklara, Obsesif Kompulsif Bozukluk(OKB), özgüven eksikliği, anksiyete(kaygı bozukluğu), depresyon.. vb psikolojik rahatsızlıklara sebep olur. ÖDÜNLEME MEKANİZMASI (Compensation): İnsanların bu zayıf yönlerini ‘’Ödünleme (Telafi)’’ yoluna gittiğini savunur ##$##yazarSeolar:i4740.$$#$$ Ödünleme (Telafi Mekanizması: Kişi, kendini zayıf gördüğü bir alandaki eksikliğini kuvvetli olduğu başka bir alandaki başarısı ile örtmeye çalışarak, ortaya çıkabilecek kaygılardan kurtulabilir. Bireyin bir alandaki başarısızlığını başka bir alanla telafi etmesi gibi… Bilim camiasının bu konudaki bakış açısını değiştiren
Alfred Adler
Alfred Adler
, Tıp Biliminde bir organın yetersizlik gösterdiği zamanlarda (organ yetmezliği) ödünleme mekanizması prensipleri ile çalıştığı gibi; Psikoloji Bilimi perspektifinden bakıldığında psikolojik ve sosyal yetersizliklerinden dolayı bireylerin de yetersizlik duygularına sahip olduklarında aynı organ yetmezliği örneğindeki gibi ödünleme ( telafi ) yapma gereği duyduğunu belirtmiştir. ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ: (Superiority) Aşağılık Kompleksi’nin tam tersi olan Üstünlük Kompleksinde ebeveynlerin yüksek övgülerine ve pohpohlamalarına maruz kalan çocukların düşünce yapısı ‘’Benmerkezci’’ olarak konumlandırmasına sebep olur. Bütün olayları, kendi eksenine tabi tutar. Merkeze kendini koyar. Diğer insanların yerine kendini koyabilme yetisinden tamamen mahrumdur. Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslar ve kendisinin diğerlerinden daima üstün olduğu şeklinde yüksek bir benlik algısı vardır. Kendinde beğendiği öne çıkan özellikleri hakkında uzun uzadıya konuşmayı sever ve kendine yöneltilen eleştirileri, asla hazmedemez. Bu tarz kişilerle asla tartışmaya girilmemelidir. Çünkü kendini ayrıcalıklı ve üstün gördüğü için diğer kişilerin ne söylediklerini umursamaz, eleştiriye tamamen kapalıdır. Eleştiri almak bir yana karşıdakine zaten küçümseyerek baktığı için karşısındakinin Onun hakkında ne dediği çok da umrunda değildir zaten. Özellikle, bu tip kişilerin çalıştığı ortamlarda aşırı hırslı oldukları gözlemlenir. Bu çaba, genelde dışarıdan göze çok batan abartılı bir çabadır. İş hayatında yükselmek, yöneticilerinden ve iş arkadaşlarından takdir görmek, başarılarının övülmesi, en çok sevdiği şeylerdendir. Elbette, iş yerinde karşısına bir rakip çıktığında ise öfke ve kıskançlık duyguları içten içe ağır basar. Bu tip insanlar, doğal liderlik rolüne kolayca soyunurlar ve kendinde bunu bir doğal hak olarak görürler. Bir grup, bir iş çıkardığında bu grubun lideri zaten benim çünkü en akıllı, en bilgili en üstün ve ayrıcalıklı olan zaten benim diyip liderlik koltuğunu kimseye sormadan direkt altına çekiverir bile. Bu tarz insanların en büyük endişesi, üstün konumlarını kaybetmektir. Klasman düşmek, korkulu rüyaları olduğu için hep temkinli ve endişelidirler. Bu da ileride kaygı bozukluğuna ( anksiyete ) yol açacak psikolojik hastalıkların başlangıcı sayılır. ÜSTÜNLÜK ÇABASI:
Alfred Adler
Alfred Adler
göre daha önce de dediğimiz gibi bir birey, dünyaya yetersizlik duygularıyla gelir. Ancak ilerleyen dönemlerde büyüyen çocuk, bu aciz durumdan kabuğunu yırtmak için de doğal bir çaba içine girer; bu çabanın adı ‘’Üstünlük Çabası’’dır. Bu çaba da aynı ‘’Aşağılık Kompleksi’’ gibi yine doğuştan gelir. Üstünlük Kompleksi’nin kökü, ‘’Aşağılık Kompleksi’’ne bağlı olarak filizlenir. Yaşam hedefleri, 4-5 yaşlarında oluşur ve kristalize bir hal alıp ilerleyen süreçlerde de aynı şekilde devam eder. Birey, bu yaşlara geldiğinde yaratıcı gücü ve yaşam hedefi oluşturabilecek olgunluğa gelir, bundan sonra da kişinin bütün çabası, yaşam hedeflerinin egemenliği altındadır. Bu dönemde ilerideki yetişkin kişinin bir prototipi de ortaya çıkmış olur. AŞAĞILIK VE ÜSTÜNLÜK KOMPLEKSİ (Inferiority Complex & Superiority Complex): Özünde bakıldığında Aşağılık Kompleksi itici/takdir edilmeyen/kötü bir intiba bırakan bir duygu gibi gözükse de bireylerin kendi içinde tespit ettikleri eksikliklerini fark edip bu eksiklikleri kapatmaya yönelik çalışmalar bütününü oluşturur. Eksikliklerin yarattığı aşağılık duygusundan kurtulabilmek adına bireyler, üstünlük gösterme çabasına girerek bu açığı kapatma çabasına girerler. Bu nedenledir ki insanın yaşamında gerçekleştirdiği tüm edimleri aslında doğan olarak üstünlük çabasının bir ürünüdür. Üstünlük gösterme çabası sonucu ortaya başka bir duygu çıkar ‘’Üstünlük Kompleksi’’.
Alfred Adler
Alfred Adler
göre; insan olmanın ilk şartlarından birisi, kendini aşağılık hissetmesi ile başlamaktadır. Belki de
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
‘nin romanlarında insanlara sürekli “Aşağılık (!), sefil mahluk…vs” olarak itham etmesinin altında bu yatıyor olabilir mi acaba. Sadece bir soru… Devam edelim… Ancak sağlıklı bireyler, aşağılık duygusunu kendisini geliştirmek için itici güç olarak kullanma yetisine sahiptirler. Aşağılık duygusu sonucu ortaya çıkan “Üstünlük Duygusu” ise bireyin şahsi güç kaynağı/hayat motivasyonudur. Yani bu iki kompleks, birbirini dengeler de denilebilir. Şayet birey, yetersiz olduğu kanaatine vardığında ancak üstün olabilmek adına harekete geçebilmektedir. Özetle, bireyin geçmişi aşağılık duygusu ise; geleceği üstünlük kompleksidir de denilebilir. Aşağılık Kompleksi oluşmasına etkili olan üç temel unsur: Organ kusurları, Şımartılma, Yetersiz ilgi (ihmal) Bireyin doğuştan getirdiği yetersiz işlevli veya eksik organlar, çok büyük başarılara olanak sağlayabilmektedir. Fakat bunun yanı sıra ödünleme çabaları yeterli olmaz ise aşağılık duyguları da ortaya çıkabilmektedir. Her zaman bu durum elbette bir psikopatolojiye yol açmaz. Fakat birey bunun üstesinden sağlıklı bir şekilde gelemezse aşağılık kompleksi geliştirmesi pek muhtemeldir. Bir başka mesele ise şımartılmış çocuklardır. Sürekli pohpohlanan ne her ihtiyacı çevresindeki insanlar tarafından karşılanan çocuklar bir problemin üstesinden gelmek için yeterli gücü kendilerinde bulamayabilirler. Bu da aşağılık kompleksinin bir diğer nedenidir. Aşağılık kompleksine karşı gerçekleştirilen ödünleme ise aşırı hale gelirse üstünlük kompleksi geliştirilmesi muhtemeldir. Üstünlük kompleksi ise bir insanın her tür özelliğini abartması eğilimidir. Yani, yetersizlik duygularıyla sağlıklı olmayan şekilde başa çıkma yöntemidir. Fakat üstünlük kompleksine sahip insanlar, aşağılık kompleksine de sahip olduklarının farkında değildir. Bireysel psikoloji, aşağılık ve üstünlük çabasının her insanda bulunduğunu söyler. Ki bunlar bireyin sağlıklı bir hayat için ihtiyaç duyduğu uyarıcı rolünü üstlenirler. Fakat süreç, aşırı boyuta ilerlediğinde bunlar komplekse dönüşür ve tamamen sağlıksız bir boyut kazanır. Yani örneğin sağlıklı bir insanda üstünlük çabası bulunurken, üstünlük kompleksi yer almamaktadır.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
VE
Alfred Adler
Alfred Adler
’İN İLİŞKİLERİ VE AYRIŞAN NOKTALAR:
Sigmund Freud
Sigmund Freud
ile ilk tanışma, 1899 yılına denk gelir. 1899-1910 yılları arasında birlikte çalışmışlar, aynı akademik ortamlarda bulunmuşlardır.
Alfred Adler
Alfred Adler
’in bir kadın hastası vardır ve Freud’dan konsültasyon talebinden bulunur. İkinci karşılaşma ise 1902 yılında Viyanalı ünlü hekimler psikoloji ve nöropatoloji üzerine bir münazaraya davet edildiğinde olur.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, sonraları
Alfred Adler
Alfred Adler
adına özel davetiye hazırlayıp kendisini evinde yaptığı yeni toplantılara davet eder. Adler’in de Freud’un biliminsanlığına saygısı yüksektir hatta
Alfred Adler
Alfred Adler
, o dönem bilim çevresinde çokça eleştirilen Freud’un Rüya Yorumları kitabını da çok beğenmiştir. 1908 yılına kadar Çarşamba Topluluğunda ve Viyana Psikanalitik Topluluğu’nu oluştururlar. Bu toplantılara Freud başkanlık ediyor olsa da Adler çok da oralı değildir. Psikanalize hem kendisinin hem de başka hekimlerin de katkı sunacağı inancındadır. Freud ile işbirliğinden sonra Adler, başkanı olduğu Viyana Psikanaliz Derneğinden ayrılarak 1912 yılında Bireysel Psikoloji Derneğini kurmuştur.
Alfred Adler
Alfred Adler
, sıklıkla
Sigmund Freud
Sigmund Freud
bulunduğu bilimsel ortamlarda bulunmuş olsa da araları hiçbir zaman sıcaktır diyemeyiz. Araları artık iyiden iyiye keskin bir çizgiyle ayrılmaya başlamıştır. Adler’in meşhur ‘’Bireysel Psikoloji’’ kavramı, Freud’un insanın tabiatının değişmez olduğu kuramına bir itiraz niteliğindedir.
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in özellikle ‘’Sosyal İlgi’’ ve ‘’Yaratıcı Güç’’ kavramları,
Sigmund Freud
Sigmund Freud
‘un kuramlarına ters düşen kavramlardır.
Alfred Adler
Alfred Adler
, her bireyin kendi yaşam mimarı olduğunu savunur, sahip olduğu doğuştan gelen yaratıcı gücüyle yaşamını kendi elleriyle şekillendirebilecek yetide olduğunu belirtirken insanın tabiatının değişmez olduğuna ve kader planına kesin çizgilerle karşı çıkar. Bir bireyin kişiliği
Alfred Adler
Alfred Adler
’de bir bütün iken;
Sigmund Freud
Sigmund Freud
’da kişilik parçalı/bölünmüş bir yapı sergiler (ego-süpergo-id).
Alfred Adler
Alfred Adler
‘e göre; Bireylerin istek ve beklentileri doğrultusunda davranış kalıplarının şekillendiğini belirterek davranışların bir amacının olduğunu belirtir. Sadece çocukluk dönemlerinde bireye etki eden unsurlar değil buna ek olarak birey yaşamının devamında da kendini yeniden yaratmaktadır. (Yaratıcı Güç Kavramı) GENETİK ÇEKİM YASASI: Kişiliği şekillendiren (insanı yontan şey) faktörler konusu hakkında
Alfred Adler
Alfred Adler
, insanı hem genetik hem de çevresel faktörler yönünden bir bütünsellikle incelerken
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, sadece biyolojik-determizm çerçevesinde genetik yönden ele alır. Genlerin bireylerin özellikleri üzerinde etkisi olduğunu savunan genetik-determinizm kavramının oluşumunda genlerin etkisi pek tabi ki yadsınamaz ancak
Alfred Adler
Alfred Adler
, bunun yanına bir de sosyal-çevresel faktörleri de belirleyici olarak ilave eder.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
da bu kısım hiç yoktur.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, sadece aysbergin altıyla ilgilenmektedir. Freud’un savunduğu biyolojik-determinizm, genlerin fiziksel ve davranışsal *fenotipleri belirlediği görüşüdür. Bir canlının özelliklerinin tamamının genlerce belirlendiği düşüncesidir. * Fenotip, genel olarak canlının genetik bilgileri ve çevre etkisiyle oluşan dış görünümüne denir. Genler, insanın tüm varoluş hikâyesi boyunca fiziksel, düşünsel, davranışsal, bilişsel tüm süreçlere doğrudan etkiye sahip olsa da bugün modern dünyada sosyal çevrenin de bireyin tüm varoluşsal, bilişsel, düşünsel, davranışlara ve hatta ruhsal durumuna ne kadar güçlü bir etki gösterdiği çok açık ortadadır. Kısaca, iki bilim insanını birbirinden ayıran en keskin nokta; Bireyin davranışa geçmesini sağlayan etmen, sadece güdüler değil gelecek odaklı hedefleridir. İşte bu, tam olarak keskin bir şekilde iki hekimin ayrılmasına sebep olur. Bu konuda
Alfred Adler
Alfred Adler
’in kuramlarının, özellikle günümüz modern dünyasında
Sigmund Freud
Sigmund Freud
‘a göre daha çok uyuştuğu ve Adler’in daha haklı olduğu gibi gözüküyor sanki. Ne dersiniz? Hangi Motivasyon? Cinsel Dürtüler mi? Sosyal İlişkiler mi?
Alfred Adler
Alfred Adler
ve
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, bir bireyin yaşamının ilk 6 yılı kişiliğinin gelişiminde en önemli zaman dilimi olduğunu belirtir. Adler, bireyin ilk 6 yılında gördüklerini, algıladıklarını, ilk karşılaşılan durum ve olayları yorumlamaları üzerine detaylı bir şekilde bireyi incelemiştir. Bu hususta Freud ile ortak noktada buluşsa da
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, bireyler cinsel dürtüler ile motive olur derken;
Alfred Adler
Alfred Adler
, sosyal ilişkiler ile motive olur demektedir. Adler, Freud’un bilinçaltını derinlerden alarak daha yükseğe (yaşamsal sosyal çevreye) çıkartır. Bunun anlamı, bilinçaltını bilinç düzeyine çıkartmak demektir. Cinsiyet Eşitliği:
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in
Sigmund Freud
Sigmund Freud
‘den ayrılan diğer bir konu da cinsiyet eşitliğidir; Adler, kadın haklarını çok katı bir şekilde savunur. Bunda hem kendisi hem de aktivist karakterli eşi Raisa’nın baskın ve olağan çabaları vardır. Adler’in eşi Raisa’ya bir başlık açıp bu noktada kendisinden bahsetmek gerekir. Lakin eşi Raissa, Adler’in hayatında önemli bir mihenk taşıdır.
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in hayatında babasından sonraki en büyük ikinci şansı, Raissa Epstein’a bir göz atalım: Her başarılı erkeğin ardında bir kadın vardır dedirten ‘’O Kadın’’: ‘’Raissa Epstein’’ 1897’de evlendiği eşi Raissa Epstein ile üniversite yıllarında sosyalist öğrenci grubuna üye olan
Alfred Adler
Alfred Adler
, eşi Raissa Timofeyewna Epstein ile burada tanışır. Raissa, koyu bir feminist ve Marksisttir. Adler’in kendisi de yine üniversite yıllarında Marksizm’den etkilenmiştir. Lakin yıllar sonra eşitlik, demokrasi, toplum ve ortak müşterek/kolektif yaşam gibi kavramlar kendi kurucusu olacağı Psikoloji Ekolünün lokomotifi olacak kavramlardan olacaktır. Eşi Raissa, Çarlık Rusyası’ndaki zengin aile kızlarından biridir, eğitimi için o dönemlerde Viyana ya da Zürih’e gitmeleri yaygın bir durumdur.Raissa da böyle yapmıştır. Çok zengin bir aileden gelmesine rağmen, o yıllarda ekonomik durumu pek de iyi olmayan
Alfred Adler
Alfred Adler
ile evlenmekte bir sakınca görmez. Karakteri güçlü ve dominant bir Rus kadınıdır. Kendisine hediye edilen bir ansiklopedideki hataları bulup düzeltip ansiklopedinin editörüne geri gönderecek kadar da üst düzey bir entelektüeldir ve de tam bir kitap kurdudur. Raissa Adler, ayrıca
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
ve
Maksim Gorki
Maksim Gorki
’den çeşitli çeviriler yaptığından da bahsedilir. Zürih’e gittiği yıllarda Almanca’da yetkinlik kazanan Raissa Adler, aynı zamanda İngilizce de öğrenmiş ve öğrendiği dillere kendi ana dili olan Rusça’dan pek çok eser çevirmiştir. Adler çifti, bireysel özgürlüklerine ve seçimlerine son derece saygı duydukları 4 çocuk yetiştirmişlerdir. Öyle ki Rusya’da savaşa katılmak isteyen kızı Alexandra’ya bile hayır diyememiş, kararına saygı duymuşlardır. Belki de bu özelliği
Alfred Adler
Alfred Adler
’in babasından kalan bir genetik özellik de olabilir. Lakin Adler hem babadan hem de eşinden yana şansı gülmüş bir insandır. Kaldığımız yerden devam edelim . . .
Alfred Adler
Alfred Adler
Sigmund Freud
Sigmund Freud
-
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung
’UN MUTABIK OLDUĞU NOKTA: Üç psikiyatristin de mutabık olduğu nokta: Birey, kendi kişiliği hakkında herhangi bir farkındalığa sahip değildir ve tüm insanlar için en zor olan şey, kendini tanımak ve değiştirebilmektir. Sanırım bunun altına sadece 3 büyük psikolog değil herkes imzasını atar.
Alfred Adler
Alfred Adler
ve
Sigmund Freud
Sigmund Freud
, bireyin ruhunun hazinelerinin saklı olduğu dehlizlere – çocukluk çağına – inerler. Burada ayrı düştükleri konu ise #y1568, can çıkar huy çıkmaz derken;
Alfred Adler
Alfred Adler
, tam aksini söyleyerek ‘’Yaratıcı Benlik (Creative Self)’’ kavramını ileri sürer.
Alfred Adler
Alfred Adler
‘ın ‘’Yaratıcı Benlik (Creative Self)’’ kavramından bahsetmiştik ancak işin içine
Sigmund Freud
Sigmund Freud
ve
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung
da girdiği için by konuyu biraz daha açalım: YARATICI BENLİK (Creative Self): Buna göre; her insan, potansiyel olarak kendine ait bir yaratıcı güce sahip olarak doğduğundan dolayı insanın kendini ve huylarını değiştirebileceğini iddia eder. İnsanların huyları, sabit değil esneyebilen/yerinden ayrılarak hareket edebilen/mekaniksel yapılıdır demektedir. BURADA BİR DURALIM (!) hayat kendini hiçbir şeyi becerememiş herhangi bir hedefe asla ulaşamamış beceri yoksunu hisseden kişilerin düşüncelerini alt üst eden bir kavramdır: Yaratıcı Benlik (Creative Self). Dünyanın en tanınmış en büyük üç psiyatristi de aynı görüşte. Burada böyle düşünen kişilerin şapkayı önüne koyup iki kez düşünmesi gerekir. “Yaratıcı Güç’’ ,
Alfred Adler
Alfred Adler
’in ‘’Bireysel Psikoloji’’ kuramından önemli yer tutan bir kavramdır; Adler’in daha önce bahsettiğimiz ‘’Yaşam Gayesi’’ kavramının oluşmasındaki itici güçlerden biridir. Her bir birey, doğuştan ‘’Yaratıcı Güç’’ kendinde varolarak dünyaya geldiği için Yaşam Gayesi’nin itici gücü olan Yaratıcı Gücü, sadece tek yönlü olarak kullanmaz yaşamsal algılarını hatta rüyalarını bile bu güçle şekillendirir.
Alfred Adler
Alfred Adler
’e göre; bireyi anlamak isteyen bir kişinin, o bireyin sosyo-kültürel çevredeki ilişkilerini davranışlarını incelemesi gerekir. Çünkü, birey bir sosyal varlıktır. Birey, ancak ve ancak bu zeminde incelenebilir. (Sosyal İlgi Kavramı) Adler’in ‘’Bireysel Psikoloji’’ kavramınında ‘’Sosyal İlgi (social interest)’’ kişinin ruh sağlığını incelemeye/davranışlarını ölçümlemeye ve test etmeye yarayan bir temel ölçüt olduğunu savunur, Freud’un ‘’Süperego’’ ve ‘’Kollektif Bilinçdışı’’ kavramlarını elinin tersi ile iter. ‘’Sosyal İlgi’’, insanı evrensel manada değerlendirmek ve ölçümleyebilmek için kullanılması gereken tek kriterdir. İnsanın hayattaki değeri, başkalarının hayatlarına ne kadar dokunduğu/hayata neler kattığı ile ölçümlenebilir. Sosyal İlgi kavramı, Adler’in Freud’dan sert ve kesin çizgilerle ayrıldığı bir konudur.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
’a göre ise; bireyin iki temel güdüsü vardır: Cinsellik (Eros) ve Ölüm (Thanatos). Bu iki temel güdü üzerinden bireyin davranışları incelenebilir.
Alfred Adler
Alfred Adler
’e göre ise, bir bireyi motive eden güdüleri, olumlu sosyal dürtülerdir. Birey, kendi çıkarlarından feragat ederek ya da onları ikinci plana öteleyerek ilk önce toplumsal çıkarlara öncelik verebileceğini savunur. Sosyal İlgi (Social Interest), bireyin kendisini toplumla bütünleşmiş halde hissederek sonsuza dek ilerleyecek olan bir toplum formunu tasavvur etmek bu uğurda bir çaba sarfetmek demektir. Birisi Psikoloji Biliminin ve Psikanalizin kurucusu Ünlü Nörolog Prof.Dr.
Sigmund Freud
Sigmund Freud
; diğeri Bireysel Psikoloji kavramı ile Psikoloji Biliminde çığır açmış ünlü Psikiyatrist Prof.Dr.
Alfred Adler
Alfred Adler
SONUÇ:
Alfred Adler
Alfred Adler
,kendi kuramı olan Bireysel Psikoloji’yi bilim dünyasının ve insanlığın hizmetine sunmuştur. İnsan doğasını ve olaylar karşısında verdiği tepkileri, neden-sonuç ilişkisi içerisinde tane tane anlatmış, tüm insanlığa hitaben; insanın kaderi, kendi içinde/ruhunda saklıdır başka yere bakmanıza gerek yoktur diyerek insanoğluna istikamet göstermiştir. İnsanları iyi/kötü insan diye yaftalamadan en saf halleriyle ele almıştır. Kıskançlık, kin, nefret, harislik gibi duyguların en dibine dalmış ve çocukluk yıllarından çıkmıştır. Çocukluk yıllarının en karanlık dehlizlerinde elinde fener ile dolaşıp bir iz arayan bir bilim sevdalısıdır. İnsan davranışlarının oluşmasında insana etki eden unsurları kaleme almıştır. Ailede yetiştirilme tarzı, Anne-Baba davranışlarının çocuk üzerindeki etkisi, birden çok çocuklu ailelerde doğum sırasının çocuklar üzerinde nasıl kalıcı etkiler bıraktığı, aşağılık ve üstünlük kompleksinin nasıl ortaya çıktığı, cinsiyet rolleri ve eğitim konularındaki sahip olduğu düşünceleri kitabında aktarmıştır. Kitabında özünde empati yetisine vurgu yapmakta olup; ‘’ İnsanın kendisini tanıması mutluluğun ta kendisidir.’' Farklı farklı insanları tanıdıkça kendisine daha da güvenen, kendine güvenini kazandıkça aşağılık kompleksini yenen ve sosyal iletişime daha açık olan insanların hayatta daha mutlu olacaklarına dair kitaba inildikçe görülecektir. Birinci öncelikli olarak tabii ki Psikoloji okuyan öğrenciler, bu meslek gruplarını icra eden kişiler ve tüm öğretmenler bu kitabı okumalıdır demiyorum ‘’Zaten okumuş olması’’ gereken bir kitaptır diyorum. Çocuğu/çocuklarına iyi bir anne-baba olma gayesi taşıyan tüm ebevenylerin mutlaka okuması gereken bir kitap olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Daha genel bir anlamında; Önce kendimizi sonra tüm insanları tanımak isteyen herkesin okuması gereken bir kitaptır. Bu kitap, halen Amerikan liselerinde okunması gereken kitaplar listesinde yer alır. Şu ana kadar özellikle Psikoloji gibi izahı zaman zaman okuru zorlayan kavramlarla dolu kitaplar okumuş olmama rağmen okuduğum tüm kitaplar arasında en sade ve en anlaşılır kitaplardan biriydi.
Alfred Adler
Alfred Adler
, öyle sade ve anlaşılır bir şekilde yazmış ki anlamadığım tek bir nokta bile kalmadı, üslubu da oldukça samimi sanki bir evladına babacan bir şekilde nasihat ediyormuş gibi okurlarıyla yakın bir bağ kurarak ilmini ifade etmiş. Bireysel Psikoloji adını verdiği sistemi kamuoyuna tanıtmak için çok geniş kapsamlı konferanslar vermiştir. Geniş kitlelere yaymak için sade ve anlaşılır bir dille hem yazmış hem de söylemiştir.
Alfred Adler
Alfred Adler
, insanı konu alan bilimler için taşıdığı önem hala tartışma konusudur. Talebelerinden bir grup vardır ki, Adler’e asla bir derinlik psikoloğu gözüyle bakmaz; nitekim Adler de kendisinin hiçbir zaman böyle biri olduğunu söylemez. Bazıları da, Adler’in talebesi olmamalarına rağmen Adler’i Freud-Adler-Jung sac ayağını oluşturan psikiyatrlardan biri sayar. Adler’i ilk hakiki “varoluşçu psikolog” olarak göstermek de yanlış olmaz. Çünkü ,
Viktor E. Frankl
Viktor E. Frankl
’ın varoluşçu çözümlemesi
Alfred Adler
Alfred Adler
‘in öğretisinin bir uzantısıydı; ayrıca Adler’in çok ateşli bir okuyucusu olan
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
‘ın insanı, Adler’in nörotik karakteri’nin genişletilip bir insan haline dönüştürülmesiydi”.
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
ın “Hayat bize bağışlanılmış olarak değil, bir yükümlülük olarak verilmiştir” sözü,
Alfred Adler
Alfred Adler
’in düşüncelerini çok güzel özetler. Müzik, sanat ve edebiyata yoğun ilgisi bulunan
Alfred Adler
Alfred Adler
, çalışmalarında masallardan, İncil’den,
William Shakespeare
William Shakespeare
‘den,
Johann Wolfgang Von Goethe
Johann Wolfgang Von Goethe
‘den ve birçok diğer edebî çalışmalardan örnekler alır. Eğlenceyi, kalabalıkları seven, yemeğe düşkün, sıcak ve candan bir kişiliğe sahip olan
Alfred Adler
Alfred Adler
, kendisini sıradan insanla özdeşleştirir. Dönemindeki psikiyatrlardan farklı olarak, hastalarının çoğu alt ve orta sınıf insanlardan gelmektedir. Özelikle, çaresiz insanlara gösterdiği merhametli ve babacan tavırlarıyla hep samimi bir yardım etme çabası içindedir. İnsanlığın durumuna iyimser bakar. Psikodinamik yaklaşımın ilk uygulayıcılarındandır. İNSANLIĞA ADANMIŞ BİR ÖMÜR:
Alfred Adler
Alfred Adler
1937’de
Alfred Adler
Alfred Adler
’in kızı Moskova’da ortadan kaybolmuştur. Alfred’in kızıyla meşguldür ve sağlık durumu da oldukça kötüleşmeye başlamıştır. Hollanda’da verdiği bir konferansta göğsünde ağrılar hisseder. Doktorlar, dinlenmesi gerektiğini söyler ve kati bir seyahat yasağı koyar. Ancak O, doktorları dinlemez İskoçya’ya gider ve orada vefat eder. Evet,
Alfred Adler
Alfred Adler
in bütün çabası bunun içindir.
Alfred Adler
Alfred Adler
’in hayatı, mesleğine ve özellikle çocukların ruh sağlığına adanmışlıkla geçmiştir. Kendi çocukluğunda çektiği dertleri, başka çocuklar çekmesin diye ömrünü insanlığın hizmetine adamıştır. Sadece Birinci Dünya Savaşı sonrası Viyana Devlet Okullarında 32 çocuk kliniği kurmuş olması bile ne kadar büyük hizmet verdiğinin kanıtıdır. Öğretmenleri, sosyal hizmet uzmanlarını, doktorları ve diğer meslek elemanlarını eğitmiştir. Ebevenyler ve çocuklarla büyük kalabalıkların önünde canlı gösteriler yaparak eğitim uygulamaları uygulamıştır. O, bilime ve tüm insanlığa hizmet sunmak adına sağlığını hiçe sayarak dünyadan ayrılmış olan Psikoloji Biliminde çığır açmış örnek bir bilim adamıdır. 𝐁𝐞𝐧 𝐜̧𝐨𝐜𝐮𝐤𝐤𝐞𝐧 𝐜̧𝐨𝐤 𝐜̧𝐞𝐤𝐭𝐢𝐦, 𝐛𝐚𝐬̧𝐤𝐚 𝐜̧𝐨𝐜𝐮𝐤𝐥𝐚𝐫 𝐜̧𝐞𝐤𝐦𝐞𝐬𝐢𝐧 𝐝𝐢𝐲𝐞𝐧 𝐛𝐢𝐫 𝐚𝐝𝐚𝐦𝛊𝐧 𝐠𝐞𝐫𝐜̧𝐞𝐤 𝐨̈𝐲𝐤𝐮̈𝐬𝐮̈𝐧𝐮̈ 𝐨𝐤𝐮𝐝𝐮𝐧𝐮𝐳 𝐚𝐬𝐥𝛊𝐧𝐝𝐚
Alfred Adler
Alfred Adler
(𝟏𝟖𝟕𝟎-𝟏𝟗𝟑𝟕) 𝐒𝐚𝐲𝐠𝛊 𝐯𝐞 𝐝𝐞𝐫𝐢𝐧 𝐦𝐢𝐧𝐧𝐞𝐭𝐥𝐞 . . .
Alfred Adler
Alfred Adler
İnsan Tabiatını Tanıma
İnsan Tabiatını Tanıma
İnsan Tabiatını Tanıma
İnsan Tabiatını TanımaAlfred Adler · İş Bankası Kültür Yayınları · 20221,020 okunma
··1 alıntı·
3.874 görüntüleme
Özgün Coşkun okurunun profil resmi
Yine çok faydalı bir inceleme olmuş. Sadece bu incelemeyi okumak bile insana çok şey katar. Benim de okuma listemde olan bir kitap. Kitaba başlamadan önce bu incelemeyi bir kez daha okuyacağım kesin
Engin Mavi okurunun profil resmi
Her anne babanın okuması gereken bir kitap. Teşekkür ederim yorumunuz için.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.