Batıl inanç, mantıksal bir temele dayanmayan inanç ve davranışlar olarak tanımlanır. Yani bilimsel bir anlamı olmayan davranışlarda bulunmak, sözler söylemek, veya inançlara inanmaktır, batıl inanç. Merdiven gördüğünüzde altından geçmiyorsanız, bir şeylere nazar değmesin diye tahtaya vuruyorsanız, yıldız kayarken dilek tutmayı ihmal etmiyorsanız veya kafanıza kuş pislediğinde hemen piyango bileti almaya koşuyorsanız bu kitap tam da sizin gibi batıl inançlılara uygun bir kitap. İlk sayfasından son sayfasına kadar türlü türlü batıl inançlarla dolu, sımsıcak bir anlatı.
Bence bu kitabın bir yaşı var ve 30-40 yaşlarında. İlginç bir yorum olduğunun farkındayım; ama kitabı ve yazarın anlattıklarını anlamak için kitapla aynı nesilden olmak veya kitaptan daha büyük bir yaşta olmak gerekiyor. Özellikle 20-25 yaş arası okurlar için bu kitabı okumak, anlamak ve bitirmek bir çileye dönüşebilir. Çünkü ben de başlarda konunun içerisine girmekte bayağı zorlandım. Bu kadar çok batıl inancı bir arada görünce, önce bir afalladım; fakat var olan batıl inançlarımız üzerine düşününce de kitabın aslında oldukça gerçekçi bir kitap olduğuna kanaat getirdim.
Açıkçası hayatımdan batıl inançları çıkaralı çok oldu. Ancak öylesine benliğimize nüfuz etmiş ki bu inançlar, sen ne kadar hayatımdan çıkardım dersen de gayriihtiyari bu inançlara uyuyor buluyorsun kendini. Şimdilerin modern tabiri ile "totem" denen şeyler de aslında tam olarak birer batıl inanç. Düşünsenize, hangimiz futbol maçı izlerken totem yapmıyoruz ki?
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim, ben anneannesi ile büyüyen bir çocuktum. Anneannem de bütün anneanneler ve babaanneler gibi birçok batıl inanca sahipti. Aramızdaki nesil farkından dolayı onun bu anlamsız batıl inançları bana hem komik hem de anlamsız geliyordu. Birçok defa bu konular üzerine kavga ettiğimizi bilirim. Neymiş efendim, hava karardıktan sonra tırnak kesilmezmiş. Neymiş efendim, beş taş oynarken taş havaya fazla atılmazmış. Neymiş efendim, gece gece fazla gülünmezmiş. Neymiş efendim, akşam vakti aynaya bakmak olmazmış...
Hiç unutmam bir keresinde eve misafir gelmişti. Ben de kollarını kavuşturmuş bir şekilde sessizce oturuyordum. Anneannemden yoğun bir kaş göz hareketi yağmuruna maruz kaldım. Anlamadım tabii ne demek istediğini. Aldırmadım da, çocuğuz ya. Misafir gittikten sonra yanıma geldi:
"Bir daha misafir varken kollarını kavuşturduğunu görmeyeyim, lan!" dedi.
"Neden kız, ne oldu ki yine?" dedim.
Anneannem: "Ulan itoğlu, sen neden hiçbir şeyi kabul etmiyorsun da sürekli soru soruyorsun? Sen bu dünyaya soru sormaya mı geldin?" dedi.
"Soru sormak da mı yasak, kız? Söyle görem hele neden kollarımı kavuşturarak oturamazmışım?" demem üzerine anneannem ağzındaki baklayı çıkardı:
"Senin gibi kollarını kavuşturarak oturan itlerin kısmeti bağlanırmış bir daha açılmazmış da ondan. Ölene kadar sana ben mi bakacağım itoğlu?"
İşte kitapta da böyle şahane samimi bir üslup var. Kitabın dili gerçekten çok etkileyici. Özellikle İstanbul Türkçesiyle değil de bir köy diliyle yazılmış gibi duruyor; ama anlaşılmayacak hiçbir satırı yok. Muhteşem diyaloglar var ve okurken adeta tiyatro izliyormuş gibi bir hava veren anlatı var.
* Yazımın başında kitabın 30-40 yaşlarında olduğunu söyledim; ama yazarımız bu kitabını yazdığında 20'li yaşlarının başındaymış. Bu kadar batıl inancı bilecek kadar ne günah işlemiş acaba?
* Kitabın otobiyografik bir eser olduğu da söyleniyor. Sanırım bu durumda kitabı okuyan herkesin bağrına basmak istediği Dirmit kız da Latife Tekin'in kendisi oluyor.
* Tiyatrosu da var eserin. Daha ne olsun?
* Bu kitabı toplu taşıma araçlarında okumamanız tavsiye olunur. Çünkü sesli gülerseniz deli muamelesi görebilirsiniz.
Ayrıca sevgili anneannecim hiç merak etme kısmetim kapanmadı. Tabii senin uyarın üzerine kollarımı kavuşturmaktan vazgeçmemden dolayı mıdır bilemem orasını; ama benim hayatımda olan her şey zaten senin sayendedir, onu biliyorum.
Not: Diyaloglar Latife Tekin tarzı ile yeniden düzenlenmiştir.