İnsanın olduğu yerde yaşama kaygısı olur. Yaşama kaygısının olduğu yerde hırs, hırsların olduğu yerde bencillik, bencilliğin olduğu yerde ise kaos vardır. Fakat tüm bunların arasında filizlenen küçük umut tohumcukları yok mudur? Akış hep böyle kötü müdür? Elbette hayır. Ama bazen o filizlenen küçük umutlar da siyaha bürünür bir anda. Ya da beyazlar ardındaki siyah mı demeliyim...
“bizim elimizden gelebilecek tek mucize yaşamaya devam etmektir, hayatın kırılganlığını her gün korumaktır, sanki hayatın kendisi körmüş gibi, ne yöne gideceğini bilmeyen hayatmış gibi... belki de doğrudur bu, ne yöne gideceğini gerçekten bilemiyordur, bize aklımızı verdikten sonra kendini bizim ellerimize teslim etmiştir, oysa baksanıza onu ne hale getirdik biz...” sözleri de kitabın asıl manasını destekler nitelikte bir vuruş gerçekleştirdi. Ve bir de şu sözlerle kitabın anlamına nokta konmaktaydı;
“-ne düşündüğümü söyleyeyim mi sana?
-söyle
-bence biz kör olmadık, zaten kördük.
-gören körler mi?
-gördüğü halde görmeyen körler...”
Bakmak görmek değildir aslında, etrafımıza ne kadar körüz. Kendi yaşamamımızın derdiyle ne kadar da meşguluz. Biraz farkındalık gerek yaşamlarımıza, belki de bir parça da rahatsız olma hissi... etrafımızda olup bitenlerden rahatsız olup kabuğumuzdan çıkmaya vakit ayıracağımız bir his...