“Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete...”
“...
Artık “sen” ol gülüm
Beni esmer günlerde beyazlatan “sen”,
Ve tenini, terli gecelere
Gözlerini, gözlerime ayarla,
Omzunu başıma...
İnan bu kentler de utanacak bir gün,
Belki de sadece kan değil
Gülüşler kalacak ertesiye.
Yürekleri avuçlarında çocuklar gülüm,
Belki de
Ellerinde karanfil tutan sevgililer kalacak
İnan, inan bana!
....
”
“...
Siz yitik bir coğrafyada
eksik bir sevdayı yaşadınız mı,
Yaşadınız mı bir başınıza?
Siz, siz yaşarken öldünüz mü hiç?
Yüzlerce kez, binlerce kez, milyonlarca kez...”
“Bir güvercin ürkekliğiyle sevdim seni
Yapraklarında uçtum
Gittim umudun menziline,
Özledim, örselendim
Öldüm de
bu ölmek hiç bitmedi
Hep...
Hep sende kaldım!”
“Bu kentin tüm fahişeleri
sen varken şehvet doluydu sanki
sen yokken hepsinin boynu bükük,
Birer karanfil tutardı
bu şehrin tüm gelinleri (erkeğine),
Dağlar, dağlara yaslanırdı
dağlar, sana yaslanırdı
sana yaslanır, ağlardı.”
Demokrasi Abraham Lincoln’ın, “Tüm insanları bir süre kandırabilirsiniz, birtakım insanları sürekli kandırabilirsiniz ama tüm insanları sürekli kandıramazsınız,” prensibi üzerine kuruludur.
Kulağımızın dibinde vızıldayıp uykumuzu kaçıran sinekleri avlamak bildiğimiz bir şeydi fakat zihnimizi meşgul eden bir düşünceden ötürü uyuyamdığımızda, çoğumuz bu düşünceyi nasıl avlayacağını bilmiyordu.
Milyarlarca insan bu konuyu araştırma lüksünden yoksun. Çünkü yapılacak daha önemli işleri var: çalışmak, çocuklara bakmak, yaşlı anne babalarla ilgilenmek gerekiyor. Fakat maalesef tarih affetmiyor. Siz çocukların yemesi içmesi, kılık kıyafetleriyle meşgulken insanlığın geleceği karara bağlanırsa ortaya çıkan sonuçlardan ne siz muaf tutuluyorsunuz ne de çocuklarınız. Bu hiç de adil değil ama kim demiş tarih adildir diye?
Peki ya gelmeyince ne oldu, onu mu merak ediyorsunuz?
Sorunun cevabı içinde. Gelmemenin bir vakti yoktur. İnsan coşkuyla beklerken ne kadar zaman geçerse, o büyük günün yaklaştığına o kadar inanır.. Bir yıl mı geçmiş? Ne yapalım, dersiniz, hazırlanması en az bir yıl sürerdi zaten... İki yıl mı geçmiş? Gelmesinin eli kulağındadır...
Geçmişin, saatlerin ve günlerin ve haftaların ve on yılların kül kadar ağırlığı vardır; gelecek zamansa, isterse sonsuza dek sürsün, daima saniye saniye yaşanır.