Aşık insanlar, mum alevinin karşısındaki üç kelebek gibidir... İlk kelebek alevin karşısına geçmiş, bir müddet seyretmiş sonra demiş ki : "Ben aşkı gördüm ne olduğunu biliyorum." İkinci kelebek kanatları ile ateşe azıcık dokunmuş sonra demiş ki: " Ben aşk ateşini tattım. Nasıl yaktığını biliyorum." Üçüncü kelebek ateşin karşısına geçmiş bir müddet seyretmiş sonra kendini atmış ateşin içine yanmış bitmiş kül olmuş. İşte hakiki aşkın ne olduğunu sadece o kelebek bilir...
"Bir kişiyi sevmek ona sahip olmaktan meydana gelmez, tam tersine, onun nefes almasına izin vermekten meydana gelir. Sevmek, başkasını boyunduruk altına almak, kendine tabi kılmak değildir, tam aksine onun özerkliğini istemektir...
Hakiki aşk, tutsak etmez, serbest kılar. Bunaltmaz, daha iyi nefes almayı öğretir. İnsan bilir ki aşık olduğu kişi ona ait değil, ona kendini özgür bir şekilde veriyor."
🖊️| Neşenin Gücü, Frederic Lenoir
"Bir kişiyi sevmek ona sahip olmaktan meydana gelmez, tam tersine, onun nefes almasına izin vermekten meydana gelir. Sevmek, başkasını boyunduruk altına almak, kendine tabi kılmak değildir, tam aksine onun özerkliğini istemektir...
Hakiki aşk, tutsak etmez, serbest kılar. Bunaltmaz, daha iyi nefes almayı öğretir. İnsan bilir ki aşık olduğu kişi ona ait değil, ona kendini özgür bir şekilde veriyor."
🖊️| Neşenin Gücü, Frederic Lenoir
Aşıklık bir hal dilidir. Hakiki aşık konuşmaz, Aşktır konuşan. Aşk, gürültü kabul etmez. Aşkın şovu olmaz. Nerede şov varsa orada soytarı vardır. Tükürürün bu soytarının suratına!
Hangi makamda hakiki marifet sahih olarak elde edilir? diye sorulursa, cevabı şudur: Kalbin sırrı ile ilâhî tecellileri görüp müşahede etme makamında gerçek marifet elde edilir. Kalp tanımak için görür. Gerçek marifet, kalbin içinde oluşan irade ile gerçekleşir. Allahu Teâlâ, kalpten bazı perdeleri kaldırır; perde arkasından dostlarına yüce zâtının ve sıfatlarının nurunu gösterir; bu şekilde yüce zâtını tanımalarını temin eder. Yüce Allah, tecellilerini gören kimsenin yanmaması için bütün perdeleri kaldırmaz. Bir âşık hal lisanı ile şöyle demiştir:
Eğer perdesiz zuhur etseydin; ölürdü bütün halk;
Lâkin arada ince perde var da, âşıkların kalbi onunla bulur hayat.
… Füsun’dan sonra söylediğim için benim hakiki aşk sözlerime bir teselli, nezaket ve taklit tınısı sinmişti. Dahası, o anda ben gerçekten ona, onun bana âşık olduğundan daha da çok âşık olsaydım bile (bir ihtimal bu doğruydu da), aşkının aldığı korkutucu boyutu ilk Füsun itiraf ettiği için, oyunu o kaybetmişti. Nereden, hangi rezil tecrübelerden edinmiş olduğumu bilmek bile istemediğim içimdeki “aşk bilgesi” tecrübesiz Füsun’un, benden daha içten davrandığı için “oyunu” kaybettiğini sinsice müjdeliyordu bana.
Bir kadına duyulan sevgi, bedensel bir arzu bile ona tanrısal bir hikmet yüklenmeden, doğanın bütün şöleni o bedene yansıtılmadan, sevgi bir mucizeye dönüştürülmeden söylenemez. Söylenirse bu, sevgiliye, ona duyulan aşka, insanın büyüklüğüne yapılabilecek bir aşağılama, bir haksızlık, sözcüğün hakiki ve mecazi anlamıyla bir günahtır. Çünkü bu sevgi, gider varlığını bir büyük varoluştan alır. Bu sevgi ne kadar büyük olursa, insan üzerinden tanrıya/doğaya o kadar büyük sevgi gösterilmiş olacaktır: "Kim güzele candan aşık olurdu/ Allah'ın sevgisi kula düşmeden. " Kula düşen sevgi böyle bir yüceden geliyorsa, sevgiliye söylenecek söz, sevenin de sevilenin de yaratıcısına yakışır olmalıdır: "Cemali güneştir dilleri ayet/ Kaşları Zülfikar gözleri Tevrat/ Zülüfleri Zebur İncil'dir kamet/ Muhabbet gönlümü Kuran'a çekti. " Aşığımız bir aşkın esrarına ermiştir yine. Dil, doğadan ve eski büyük aşklardan alacaktır anlatım gücünü: "Bazı güneşteyim bazı yeldeyim/ Bazı yağmurdayım bazı seldeyim/ Bir Leyla peşinde ıssız çöldeyim/ Bir garip Mecnun'a yoldaş gibiyim. " İmgesel dolayımını bu kadar kutsaldan, doğanın büyüklüğünden alan bir aşkın bitişi de başlangıcındaki coşkusuna yakışır bir acıyla dile gelecektir:
"Yüce bir dağ idim dümdüz eyledin/ Ayaklar altında bir toz eyledin/ Akan pınar idim susuz eyledin/ Güzel baharımı kara çevirdin// Ben isminden başka lisan bilmezdim/ Kemalinden başka sultan bilmez dim/ Gül yüzünden başka Rahman bilmezdim/ Yaktın bu gönlümü nara çevirdin. "