Kafaların karışık, gönüllerin bulanık, bakışların şaşı olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bundan çok değil çeyrek asır önce cami kürsülerinde cemaate, "zaman sana uymuyorsa sen zamana uy" sözünün tehlikeleri anlatılır, Müslümanlığın kıvamının, zamanın gidişatına, yani "dünyevîleşmeye" direnmekle kaim olduğu vurgulanırdı.
Geçmiş peygamberlerin kavimlerin ortak hikayesini teşkil eden kadim arızanın âhir zamandaki müradifi olan "dünyevîleşme" illetine karşı, kökü derinlere giden bir tavırla direnç gösterirdi müslüman toplumumuz. "Eski köye" getirilmek istenen "yeni âdet"lere karşı, özellikle de "gâvur icadı" şeylerse, refleksif de olsa tutum alır, böyle şeyleri hayatımıza sokmamak için özel bir hassasiyet gösterirdik.
Şimdilerde "zaman sana uymuyorsa, sen zamana uy" sözünün anlattığı mazmunu, "çağı yakalama" , "global düşünme" , "dünyayla bütünleşme" ... gibi -bir yanı mutlaka ekonomiye bakan- cezbedici cümleler eşliğinde "hal" olarak yaşıyoruz.
Genellikle Tanzimat'la başlatılan, ama fiilen Cumhuriyet'le hayata geçirilen modernleşme maceramız, geldiğimiz noktada Tanzimat aydınlarına dahi parmak ısırtacak raddeye ulaşmış bulunuyor. En "muhafazakar" bilinen kimse ve kesimlerde dahi bin yılı aşan müktesebata "yukarıdan", ya da daha doğrusu "dışarıdan" bakma tavrı hakim; artık yeni bir kimliğimiz, yeni bir vizyonumuz, yeni bir Din ve dünya algımız var.