hayatım boyunca bende sıklıkla varoluşsal soruları hep kendime sordum durdum. hayatta daha önce “hayatınızın amacı” adlı başka bir kitapta okumuştum. “ ben neden geldim bu hayata? beni mutlu eden ne var? ne yaparsam mutlu olurum?” gibi hep derin düşüncelere daldım. kitabın başında da yazara diyorlar zaten kitabınızın çok satanlarda ne düşünüyorsunuz diye. yazarda gerçekten çok etkileyici bir şey söylüyor:” Yüz binlerce insan, adı hayatta anlam bulma arayışına ilişkin bir şeyler vadeden bir kitabı alıyorsa, bu sorunu saç diplerine kadar hissediyor demektir.”
artık şu gerçeği anladım ki ben bu hayata sadece deneyimlemeye geldim. ne mesleğim ne evliliğim ne ailem beni var edemez. ve benim bu hayattaki amacım zamanla değişebilir. insanın sadece tek bir amacı yoktur. kimisi için sağlıkla nefes alabilmekken kimisi için kariyerinde zirve yapmaktır.
Viktor E. Frankl’ ye hayran kalmamak elde değil. Onca acı, ıstırap ve gözyaşına rağmen, toplama kampı gibi bir yerde dimdik durabilmek acı çekerken, hiç kolay değil. çoğu insan da olmuyor zaten. muhtemelen bende de olmazdı, ben de öyle diranetli duramazdım. hem kendisine hayran oldum, hem de kitabına. bize anlattığı olaylar da çok etkiledi beni. oradaki insanları çöldeki bir çiçeğe benzettim. ya ortama ayak uydurarak hayatta kalmaya çalışacak; ya da bırakacak kendini öylece solup gidecek. gerçekten her ıstıraptan bir ders çıkarabilir
miyiz?
beyhan budak’ ın bu konu hakkındaki youtube videosunu da izlemenizi tavsiye ederim. “insan en fazla ne kadar acıya katlanabilir?”