Mustafa Kemal Atatürk'ün sahip olduğu ilmin ne anlama geldiğini Atatürk'ü dine yamama çabalarını boşa çıkarmak için açıklamak zorundayım.
Mustafa Kemal Atatürk'ün sözlerini bilmek, öğretmek, öğrenmek aşamasını geçtik. Şimdi o sözlerin manasını öğrenerek yarım kalan devrimi tamamlama aşamasına geçiyoruz.
İlim sahibi olmak
_Alçak bir takım ihtiyaçların tatmini için kullanılan yetenek, güya artistik bir şekil verir kirli bir muhtevaya. Sanatçı, zayıflık ve kötülükle insanları aldatır ve kendilerini aldatmalarını kolaylaştırır. Sahtekârdır çünkü manevî susuzluklarını temiz bir kaynaktan doyurduklarına ikna eder onları. Sanat’ın nimetinden mahrum kalınan böyle zamanlar
_Benim ülkem Dünya’dır. Tüm insanlar benim kardeşimdir. İyiyi ve doğruyu yapmak benim dinimdir.
_Her türlü yanlışa karşı en amansız silah Akıl’dır. Bugüne kadar başka bir silah kullanmadım, bundan sonra da kullanmayacağım.
_Mantığı kullanmayı reddeden birisiyle tartışmak, ölüye ilaç vermeye çalışmak gibidir.
_İktidar halktan korkarsa bu
Selefîlik/Selefiyye, itikadî konularda Kur’an ve Sünnet’in lafzına bağlı olan ve te’vili kabul etmeyen, gelenek ve mezhep karşıtı bir ekoldür. Selefîlik, İbn Teymiyye eliyle kurulmuş olup Vehhâbîler eliyle Suudi Arabistan’da devletleştiği gibi “Yeni Selefîlik” diye aynı çizginin farklı tonlarda devamı söz konusudur.
Selefîliğin kurucusu,
Aslında cahiliye, zorbalığın güçten meşruiyet aldığı, neredeyse herkesin herkese düşman olmasını mümkün kılan, dolayısıyla birlikte yaşamayı imkansız hâle getiren bir zihniyetin adıdır.
Müminler birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve himaye etmekte, bir organı hasta olduğunda diğerleri de acı çekip uykusuz kalan bir bedenin organları gibidir. *
İnsan tabiatı hakkında kötümser bir anlayış taşıyan ünlü Şafiî fakihi Ebu'l-Hasan el-Mâverdî 'ye göre insandaki bencillik, saldırganlık ve başkalarına zarar verme gibi yıkıcı eğilimler, onun doğasından gelmektedir; onu uysallaştıran şey ise kendi başına yetersizliğinin farkına varmasıdır. Bu sebeple insanların bir arada yaşamasını isteyen ilahî irade, onları hemcinslerine muhtaç ve onlardan yardım bekleyecek bir durumda yaratmıştır. Böylece insanların, hem tek başlarına bütün ihtiyaçlarını karşılamaktan âciz bulunmaları hem de Yüce Allah tarafından değişik yeteneklerle donatılmaları ve farklı imkânlara sahip kılınmaları, onları aralarında iletişim (tevâsul) kurmaya, birbirleriyle kaynaşmaya, yardımlaşıp dayanışmaya yöneltmiştir.
İslam ümmeti, bir taraftan çağı doğru okuyan, diğer taraftan da dinin sahih bilgisini günümüze taşıyarak vazgeçilmez değerlerine sahip çıkan bir bilinç düzeyine eriştiğinde şiddet sarmalından kurtulacaktır.
Yunus Emre’nin “Bir kez gönül yıktın ise o kıldığın namaz değil,yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil “ dörtlüğü,hem bir öz eleştiri kültürünü hem de Müslüman olmakta esas olanın,dinin direği namaz kadar diğerine sevgi ve saygının olduğuna duyulan inancı da temsil etmektedir.
Oysa zenginlik fakirlikten daha çetin bir imtihandır. Servetine servet katanlar, aslında yığın yığın biriktirenler değil, cömertlikle verebilenlerdir. Şu dünyada melekleri bile imrendiren en güzel ve asil davranış ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını giderebilmek, veren el olabilmektir.
Hz. Peygamber(s.a.s), insan haklarına saygı ,insan onuruna hürmet ve insana hizmet adına, ona gülümsemeye de , eziyet veren bir maddeyi yoldan kaldırmaya da sadaka ölçüsünde değer atfetmiştir.
Birlikte huzur,barış ve güven içinde yaşama, ancak sağlam bir inanç ve ahlak zemininde gerçekleşebilir. Bu sebeple asıl önemli olan bunun,toplumun bütün bireyleri tarafından özümsenmesi ve âdeta bir yaşam biçimi haline getirilmesidir.
İslam ile terörün bir arada anılması imkansızdır.Çünkü İslam, “bir kişiyi öldürmeyi insalığı öldürmeye,bir kişiyi diriltmeyi insanlığı diriltmeye” denk sayan bir anlayışın sahibidir.