Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

HPKR

HPKR
@iass
1214 yılının Rebiülevel'inde, Napolyon, din adamlarına ve halka hitaben şöyle konuşur: "Sizlere Müslüman olduğumu ve Muhammed Peygambere inanmakla şeref duyduğumu ve Müslümanları sevdiğimi her zaman söylemiş, tekrarlamışımdır; ...Şu muhakkak ki, Hristiyanlardan nefret ediyorum; onların dinlerini yok ettim, ibadet yerlerini yıktım, rahiplerini öldürdüm, putlarını yaktım ve imanlarını reddettim." Müslüman halkı ve din adamlarını kendisine bağlamak amacıyla yukarıdaki sözleri söylerken Napolyon'a ve onun bu olmayacak yalanlarına kendi askerleri bile gülmekteydi. Bu sözlere gülmeyen ve inananlar sadece Müslüman halk ve şeriat hocaları idi.
Reklam
Darül İslam Darül harp ve HOŞGÖRÜ kavramları ÜZERİNE; Hatırlatalım ki Kur'an, yeryüzü insanlarını Müslüman olanlar ve Müslüman olmayanlar diye ikiye ayırmış ve birincileri ikincilere sadece üstün değil, aynı zamanda düşman saymıştır. Bundan dolayıdır ki, yeryüzü dünyası, şeriat değerlendirmesine göre, Darül İslam Darül harp olmak üzere ikiye bölünmüş ve Dar-ül İslam'da yaşayan Müslüman kişilerin ve ülkelerin Dar-ül Harp te yaşayanlara karşı devamlı savaş halinde bulunmaları Tanrı emri olarak görülmüştür. Bu durumda Müslüman olmayan Türk, tıpkı Dar-ül Harp'te yaşayan yaratık niteliğine itilmiştir. Öte yandan Müslüman kişiler için İman (yani Müslüman olmak) her şeyin temeli sayılmıştır. Müslüman kişi bakımından Müslümanlık ana, baba ve kardeş bağlarından daha kutsal bir değer taşır. Müslüman kişi, Müslüman olmayan kendi öz ana ve babasını dahi düşman gibi görme eğiliminde ve hatta görevindedir. Örneğin Tevbe Suresi'nin 23. ayetinde, apaçık bir şekilde şöyle yazılıdır: "...Ey inananlar, kâfirliği severler ve küfrü tercih ederlerse babalarınızı ve kardeşlerinizi de dost edinmeyin ve içinizden kim onları severse onlardır zulmedenler..." (K. 9 Tevbe Suresi, ayet 23.)
Eski Yunan'dan yararlanmak suretiyle bilim yapan İbn Tüfeyl "Allahsızlar" arasında sayılmış, Sevil'de Melik İbn Vahib, akılcı bilimlerle meşgul oldu diye aynı akıbete uğramıştır. Denilebilir ki, İslam tarihi boyunca akılcı bilimlerle (ve özellikle felsefe ile) uğraşanlara karşı daima düşmanlık beslenmiştir. Eski Yunan kaynakları sayesinde bilimsel gelişmeyi sağlayan kim varsa, örneğin başta ar-Râzı, Farabî, İbn Sina, ibn Rüşt, İbn Bacca, İbn Haldun vs. hep zındık gözüyle görülmüşlerdir. Bu düşmanlık sadece bağnaz halk yığınlarından ya da İslamı harfiyen uygulamaya hevesli bağnaz halifelerden değil, İslam dünyasının "bilim adamı" olarak baş tacı ettiği kişilerden (örneğin al-Gazali, İbn Teymiyye vs.) gelmiştir. al-Gazali ya da İbn Teymiyye ya da benzerleri, akılcı bilimlerin başmimarı sayılan Aristo'yu, Galen'i ve diğerlerini ve onların yorumcuları olan ya da onlardan yararlanan İslam bilginlerini "cahil", "dinsiz" ve İslam için tehlikeli kişiler olarak tanımlamışlardı. Zira Kur'an'dan başka bilimsel kaynak olmadığını, her şeyin, her bilimin Kur'an'da bulunduğunu ve Kur'an'a aykırı hiçbir gerçek olamayacağını savunurlardı. Örneğin İbn Teymiyye, Tanrı ve Peygamber sözlerine göre hastalığın Tanrı'dan gelme olduğunu ve ancak Tanrı izni ile bulaşabileceğini ve veba gibi hastalıkların dahi insanlarda bulaşıcı olmayıp, sadece develerde bulaşıcı olduğuna dair İslami hükümleri sergilerken, İbn Sina'yı adeta cahil ve dinsizlikle suçlamış olurdu.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Cemel olayı : Bütün sünni râvilerin birleşmiş göründükleri bir rivayete göre Abdullah ibni Sebe bu anlaşmanın gelecekte kendisi için doğuracağı zararları göz önünde tutarak bir gece askerleri ile Talha ve Zübeyr'inkilere baskın yapmış ve bunu Ali'nin askerleri tarafından yapılmış bir baskın gibi göstermiştir. 9 Aralık 656'da yeniden başlayan çarpışma her iki yan için ağır yitiklere sebep olmuştur (23). En gözde sahâbiler bu çarpışmada karşılıklı birbirlerine ok yağdırdılar.
YECÜC MECÜCLER Yecüc-Mecücler kimlerdir? Zülkarneyn kimdir? Peki Türklerle Araplar daha önce karşılaşmamışlar mıydı? Muhammet'in Türkler için söylediği sözler ne ölçüde gerçeğe dayanıyordu? Bunlar günümüzde de tartışılan konulardır. Ama Arap kaynaklara ve yorumculara göre Muhammet'in Türklere bakışı hiç de olumlu değildi. Muhammet tanıyıp bilmediği bir topluma karşı, neden düşmanca sözler etmişti? "Nihayet Yecüc ve Mecüc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden dünyaya saldırırlar" (Enbiya, 96) Kur'an'a göre bunlar dilleri anlaşılır şeyler değildir, İmam Hazin, Peygamber Muhammed'in söyleşisinde bulunanlardan İbni Abbas'a dayanarak bu halkın Türk olduğunu bildirir. Kendi dillerinden başka hiçbir dil bilmezler, onların dillerini de hiç kimse anlayamaz diye vurgular, İslam tarihinde Türklerden ilk kez böyle sözedilir.
Reklam
Eğer rolünüz okuyucu olmaksa okuyun, eğer yazar olmaksa yazın.
Dar kafalı insanlar bir talihsizlikle karşılaştıklarında alışkanlıkla başkalarını suçlarlar. Ortalama insanlar kendilerini suçlarlar. Bilgelik yaşamına kendini adamış olan insanlar bir şeyi veya başka birisini anı mantıksız bir güdüyle suçlamanın aptallık olduğunu, suçlamanın gerek başkalarına gerekse kendilerine hiçbir şey kazandırmadığını anlarlar.
Abbasi halifelerinin Eski Yunan yapıtlarını Arapçaya çevirtmeleri, hiç kuşkusuz İslam uygarlığının oluşumuna neden olmuştur. Fakat onların bu davranışı İslama bağlılıktan doğmuş değildir. Aksine, İslamın özünde yatan "Kur'an dışında bilimsel gerçek olmaz" ilkesine aldırış etmemelerinden doğmuştur. Çünkü gerçek odur ki, al-Mansur, Harun Reşit, al-Me'mun gibi Eski Yunan kaynaklarının Arapçaya çevrilmesinde en çok rol oynayan halifeler, İslamı ciddiye almamakla ve hatta Kuran'ı dahi "mahluk" saymakla tanınmışlardı.
Gazali'ye göre Türk, zekâ ve düşün yeteneksizliği, sapıklık ve dalalet içerisindedir ve Tanrı ve Peygamber sözlerine uygun olarak cehenneme gidecektir.
“Ama sen o fedaileri bilerek, isteyerek kandırdın! Kendilerini sana adayan insanların güvenlerini bu şekilde sömürme hakkını nereden alıyorsun sen?” “İsmaili öğretisinin en büyük düsturundan elbette.” “Ama buna rağmen bir de kalkmış her şeye kadir bir tanrıdan bahsediyorsun?” Bu anda Hasan doğruldu. Bir hayli heyecanlanmış gibiydi. “Evet, her şeye kadir bir tanrıdan bahsettim. Ama ne Yehova, ne Hıris􀆟yanların Tanrısı ne de Allah, üzerinde yaşadığımız dünyayı yaratmış olamaz. Hiçbir şeyin lüzumsuz olmadığı bu dünyada güneş kaplanın, kuzunun, filin, sineğin, akrebin, kelebeğin, yılanın, güvercinin, tavşanın, aslanın, çiçeğin, meşe ağacının, dilencinin ve kralın üzerinde eşit derecede parıldar. Hastalık iyiyi, kötüyü, güçlüyü, zayıfı, akıllıyı, aptalı aynı şekilde vurur. Ne zaman mutlu olacağımız ne zaman acılarla boğuşacağımız belli değildir. Ve yaşayan herkesi aynı son bekler. Ölüm. Anlamıyor musunuz? İşte ben böyle bir tanrının peygamberiyim.”
Reklam
Epikür; kişi bilinmeyen bir cennet hayaliyle hayatını idame etirmez, ölümden korkmamayı öğrenirse ancak gerçek mutluluğa erişir demiştir. Bu korkuyu yatıştırmak ya da en azından korkumuzun kaynağını izah edebilmek için de kendisini bilime ve tabiat kanunlarının açıklanması çabalarına adamıştı.” “Çok güzel,” dedi Ebu Ali. “Anlatıklarım Allah
Bu itirazı bekliyormuşçasına sükunetle konuşmaya başladı Hasan. “Esasen her türlü tarikat, mensuplarını aldatma üstüne kurulur. İnsanların idrak kabiliyetleri farklı farklıdır. Onları idare etmek isteyen biri bu kabiliyetlerin sınırlarını tespit ederek dikkate almaya mecburdur. Kalabalıklar peygamberlerden mucize istediler. İtibar sağlayabilmek için peygamberler kendilerinden istenileni yapmak zorundaydılar. Bilinç seviyesi ne kadar düşerse fanatiklik de o ölçüde artar. Kısacası ben insanlığı iki temel gruba ayırırım. Birinci grupta neyin ne olduğunu bilen bir avuç insan vardır. Diğer gruptaysa hiçbir şeyin farkında olmayan kitleler. Birinci grup liderlik etmek ikinci grupsa onları izlemekle yükümlüdür. Birinci gruptakiler anne babalara ikinci gruptakiler de çocuklara benzer. İlki hakikate asla ulaşılamayacağını bilir. İkinciyse ellerini uzatarak hakikate koştuğunu sanır. Bu durumda ilk gruptakilerin diğerlerinin zihinlerini masallarla hayal ürünü hikayelerle doldurmaktan başka çaresi var mıdır? Yalan söyleyip kandırmaktan başka ne gelir elinden? Üstelik bunu ikinci gruptakilere merhamet dolu hislerle yaparlar. Eğer kitleleri anlayamadıkları ve hiçbir zaman da anlamayı başaramayacakları hedeflere ulaşmak için oyunlar oynayıp, kandırmacalar sergilemek kaçınılmazsa mükemmel bir teşkilat kurmak için bu imkandan faydalanmanın nesi yanlıştır?
Sonunda Haccâc, Kuteybe bin Müsılm.'i Türk ellerinin fethine memur etti (705). Çok kan dökücü bir kumandan olan Kuteybe, Türk beylerinin uzakta bulunmasından yararlanarak Toharistan'da bazı şehirleri aldı ve ticaret merkezlerinden Baykent'e yürüdü (707). İki ay uğraştıktan sonra halkı teslim olmaya mecbur etti. Araplar Baykent'e barış yaparak girdiler ama şehrin zenginliğini görünce yağmaya koyuldular, bu güzel şehri birkaç gün yağma ettikten sonra yaktılar, yıktılar. Şehirde eli silah tutan ne kadar -Türk varsa hepsini öldürdüler; kadın ve çocukları esir edip Horasan'a gönderdiler. Kuteybe, Baykent'ten sonra Talkan mamur şehrini harabeye çevirtti; halk katledildi, bu işten yorulanlar Türkleri sıra sıra ağaçlara astılar. Talkan yolunun 6 km. lik bir kısmı böyle asılmış insanlarla çevrildi (81). Kuteybe 12 yıl zengin ve mamur Türk şehirlerini yıkmakla uğraştı; işitilmedik vahşetler işledi; geçtiği yerlerde yanık kokusundan başka birşey bırakmadı, ama gene de kesin .bir sonuç alamadı. O kadar ki, Semerkant Türkleri Kuteybe'ye vergi vermeği kabul eden Hanları Tarhun'u tahttan indirdiler (82); yerine Gurak Hanı geçirdiler (709) ve savaşmaya devam ettiler. Kuteybe ancak altı yıl uğraştıktan sonra Semerkand'a girebildi (711). Harezm bölgesinde de aynı facialar oldu. Kuteybe zengin ve bakımlı Harezm şehirlerini yağma ettikten sonra kardeşi Abdurrahman'ın esir ettiği 4000 Türk gencini öldürttü. Emevilere yaranmak için Kuteybe her geçtiği yeri harabeye çevirdi. Onun oynadığı bu dram kendi âsi askerleri tarafından başı kesilinceye kadar devam etti (717) (83).
İslam tarihi yazarlarına göre, dinsel tapınımın direği durumundaki günlük beş namaz Muhammet döneminde kesin değildir. Mekke döneminde bulunmaz. Bu, ancak 1. ve 2. yüzyıl kelamcıları ile fıkıhçılarının ürünüdür. Muhammet döneminde abdest ve namaz düzensiz ve gelişigüzeldir. Ayrıca Kur'an'da namazın biçimi ve ayrıntıları da anlatılmaz. Dinin direği durumunda değildir. İkinci üçüncü düzeyde bir tapınımdır. Mekke ayetlerinde tapınımdan ve namazdan çok belirsiz söz edilir. O da yalnız Muhammet'e yöneltilmiştir, kitleye değil. Namaz inananlara Medine'de buyrulur. Yalnız kaç kez kılınacağı yine belli değildir. Beş vakit namaz Muhammet İslamlığında kesinlikle bulunmaz. Sabah, akşam ve gece namazlarından söz edilir. Emevilerin son dönemlerinde bile günlük beş namaz ilkesi bulunmaz. Ayrıca namaz Kuran'da çok önemsiz bir yer tutar. 6217 ayetin tümünde Allah'tan sözedilir. Allah adının geçmediği ayet bulunmaz. Oysa tapınıma (ibadet) değinen ayetler yalnızca on ikidir. Hadislerde de ibadet açık değildir. Buhari'de konu ile ilgili 150 hadis bulunur. Ama hiçbirinde namazın biçimi ve beş kez yapılacağı aydın değildir. Belirsizlik abdest için de geçerlidir. Abdest yalnız cuma namazları için kesindir. Öbür namazlarda Muhammet'in de abdest almadığı olur. Muhammet'in inananlar abdest almadı, namaz kılmadı diye herhangi bir uyarısı bulunmaz. Muhammet, Arap ruhunu bildiği için, tapınım işini esnek bırakır. Özellikle bedevi Arap sıkıya gelmez. Tapınımları onun özgürlüğünü kısıtlamayacak biçimde yapmak gerekir. Yaşam donmuş dine değil, din günlük yaşama uyar.
Sayfa 150Kitabı okudu
"Ey Zu'lKarneyn, Ye'cuc ve Mecuc, bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman icin sana bir vergi verelim mi?" (Kef, 94) Kuran'a göre bunlar dilleri anlaşılır şeyler değildir, İmam Hazin, Peygamber Muhammed'in söyleşisinde bulunanlardan İbni Abbas'a dayanarak bu halkın Türk olduğunu bildirir. Kendi dillerinden başka hiçbir dil bilmezler, onların dillerini de hiç kimse anlayamaz diye vurgular, İslam tarihinde Türklerden ilk kez böyle edilirdir. Hazin'in anlattıklarına göre Zulkarneyn bu Turk halkı ile anlaşabilmek için tercümanlar kullanır. Nitekim Muhammet'ten sonra gelen birçok Arap yazar, kutsal kitaplarda ve Kur'an'da adı kotu bicimde anılan bu halkın Türkler olduğunu sürekli vurgulamışlardır. 12. yüzyılda Antakyalı yaşayan Süryani rahibi Yakubi bunlardan biridir. Vakayiname'de adlı kitabında, Yecuc Mecucler sorununu ayrıntılı bicimde ele alır. Türk ırkı konusunda şu bilgileri verir: "Turkaye ya da Tıırkaye milleti Yasef soyuna dayanır. çünku bunların soyları Magog= Mecuc'dan gelir." Yakubi'nin yorumuna gore, Turk ırkının ilk yayılması MO. 510 yılında olmuştur, ikinci yayılması ise, yaşadığı donemdeki (12.yy) Selcuklu yayılmasıdır. Sonucta Yecuc Mecucler Turklerdir. Zulkarneyn sozkonusu şeddi Turk ırkından korunmak icin yapmıştır. Turk adı da Arapca "Terk" sozundendir. İmam Hazin bu sacmaları hadislere başvurarak, bilim adına belgeler. Turk olarak kesinlik kazanan Yecuc Mecucleri şoyle tanımlar: "Yecucler ayrı bir boy, Mecuc ayrı bir boydur. Her boy dort bin insandan oluşur. Bunlardan bir erkek kendi soyundan eli silah tutan bir oğul dunyaya geldiğini gormeden olmez.
Yatırlara mum yakmak Hristiyanlıktan kalır. Muskalar nazar boncukları takmak Budizm'den, kimi ağaçları, pınarları kutlu sayıp buralardan medet ummak, yatırlara bez bağlamak İslam öncesi dinlerden kalır
Reklam
Gazali, İslam ölçüleri dışında değer nedir bilmeyen bir kimsedir. Bu nedenle akılcılığa ve müspet aklın değer olarak tanıdığı her şeye düşmandır. Bu düşmanlığının asıl kökeni şeriatın akılcı felsefe karşısında tutunamayacağını bilmesindendir. Tıpkı kendi benzerleri gibi o da akılcılıkla şeriatçılığın aynı ipte oynamayacağını ve akılcı düşünün var olduğu yerde şeriatın silinip yok olacağını düşünürdü. Başta Aristo olmak üzere kadim Yunan düşünürlerine ve onların yapıtlarından yararlanarak ilim yapmış olan Müslüman bilginlere (örneğin Farabi, İbn Sina vs.) düşman kesilmesi ve onları bilgisizlik ve dinsizlikle suçlaması bundandır. "Gerçeklere akıl yolu ile gidilmez, şeriat yolu ile gidilir" şeklindeki İslami formüle saplı bulunduğu için Eski Yunan kaynaklarından yararlanan her düşünürü, Kur'an dışında ilim yapmaya çalışıyor diye İslam’ın düşmanı saymıştı.
Sayfa 146Kitabı okudu
Cihan peçesini kapatmadan önce daha da yükseltmiş ve bir bakış fırlatmıştı. Ömer, bu bakışı yakalamıştı, içine çekti ve orada kalmasını istedi. Bu, kalabalığın kavrayamayacağı bir kısacık an, bir sevgili için upuzun bir sonsuzluktu. Hayyam, zamanın iki yüzü var diye düşünmekten kendini alamadı. Zamanın iki yüzü, iki boyutu var. Uzunluğu güneşe, genişliği tutkulara uyarlanmış
— Beni etkilemeye çalışıyorsan, başardın. Ya sen kimsin? — Sana adımı söyledim ama bir şey ifade etmedi. Ben, Kum'lu Hasan Sabbah'ım. Hiçbir şeyle övünmüyorum ancak onyedi yaşımdayken din, felsefe, tarih ve yıldızlar hakkında ne varsa okudum. — Her şeyi okumak asla olası değildir. Her gün öğrenilecek nice yeni şeyler vardır. — Sına beni.
"... bana öyle geliyor ki, ingiltere'lerde, almanya'larda okumuş profesörlerin o kadar saçma şeyler söylemeleri cahillikten değil, korkudandır. düşün bir kere, eğer günün birinde bu adnan menderes devri gibi başlangıçlara gidilir de bu din 'allame'lerinin kafasındaki kişiler meydanı alırlarsa türkiye'de de böyle şeyler olacak. takkeli din politikacıları türeyecek. şeriat devleti lafları başlayacak. şeriatçıların dediklerine aykırı laf edenler gavur, kızıl komünist olacak. zaten şimdiden bu gibi kişilere 'sol' denmiyor mu? bizler iki yıl gazetelerde 'solcu profesörler' diye sergilenmedik mi? bir gün gelecek bütün aydınlar aynı damgayı yiyecekler. çünkü biliyorum ki nasıl pakistan'da sana anlattığım hallerin toplumda kökleri varsa, bizde de tohumları vardır. ve bir gün gelecek bu tohumlar yeşerecek; pakistan'da olduğu gibi aydınlar saçmalar ya da susarsa bu yeşermeler boy verecek."
Tüm çabaları boşunaydı. Tam on üç yıl uğraşmış, didinmiş, konuşmuş, ancak bir iki yüz kişiyi inandırabilmişti. Mekke ve Kureyşilerin yeni dini tanımaları olanaksızdı. Mekke tüccar kentiydi. Kuyreyşliler Mekke'nin sahibi durumundaydı. Mekke'de Kabe var, putlar var, haçlar var, panayırlar vardı. Yılın belli günlerinde bütün çevre boylar hep oraya geliyorlardı. Kureyşliler en çok o sayede zengin oluyordu. Yeni din başarılı olursa Mekke batacaktı. Olanaksız, olanaksızdı. Kureyşliler kesin saldırıya geçtiler. Bu yeni dini doğarken boğmak gerekirdi. Mekke bir avuç Müslümana cehennem oldu. Üç yüz Müslümanın bir bölümü Habeşistan'a, bir bölümü Medine'ye gitti. Muhammet tüm yandaşlarını kurtardıktan sonra, Mekke'de bir süre daha yalnız beklemeyi yeğledi. Kendinden başka Ebubekir ve Ali kalmıştı yandaşı olarak.
Muhammet dinsel bakımdan da Yahudilere yaklaşmak istedi. Bu amaçla önemli Musevi geleneklerini kendi dinsel düzeni içinde sürdürmeyi denedi. Kudüs'ü Kıble olarak seçti. Yahudilerde olduğu gibi, İslamlar da oruç tutuyordu. Onlar gibi abdest alıyor, sünnet oluyor ve öşür veriyorlardı. Bu ortamda arada yalnızca Muhammet'in Arapların peygamberi
Reklam
İbn Sina'ya Göre Tanrı İnsanları "Köle" ve "Efendi" Şeklinde Yaratmıştır; Türkler "Köle" Olarak Yaratılan Milletlerdendir. Al-Şifa kitabında, sadece tıpla ilgili değil, sosyal bilimlerle ilgili bilgiler de vardır. Kitabının son bölümünde, kendi hayalinde yaşattığı ideal Müslüman devletinin esaslarını belirtir ve
Sayfa 139Kitabı okudu
710 yılında Kuteybe, Demirkapı geçidini geçip Türk illerine yeni bir akın düzenler. Kültegin'in ile Kuteybe ordularının ikinci kez bu savaşta karşılaştığı sanılır. Araplar Talkan kentini ele geçirirler. Bu bayındır kenti yerle bir ederler. Halkı toplu kıyıma uğratırlar. Türkleri sıra sıra ağaçlara asarlar. Talkan yolunun dört fersahlık bir bölümü böyle salkım salkım asılmış Türk ölüleri ile dolar.