“Bir varmış bir yokmuş” diye başlarsak söze, sanmayın ki
bir masal anlatacağız size; ama bir kıssadan hisse…
Zamanın behrinde ülkenin birinde bir kral varmış,
tembel mi tembel (tembel olmayanı var mı ki!) imiş bu kral.
Günün birinde yaptırmış koskocaman bir saray (olur iş değil, çalışanlar
da varmış demek o zaman!) ve tebaasına haber salmış dört koldan:
“Duyduk duymadık demeyin! Tüm tembeller gelip yaşayabilir bu yeni sarayda.
Bir elleri yağda, diğeri balda olacak. Tembellerin şahı padişahımızın lütfudur,
duyulmuş ola! Padişahım çok yaşa!” Çok geçmeden, bilmem kaç günlük
yoldan hiç üşenmeden çıkıp gelen “tembeller”le dolup taşmış koca saray.
Hangi hazine dayanır bunca yüke?
Batıp gitmiş haliyle, yol açtığı enflasyonist etkiler de caba.
Masal bu ya, zavallı kral bile borç bulmak için kapı kapı dolaşmaya,
hatta çalışmaya başlamış. Bakmış olacağı yok, anlamak için gerçek
tembelleri, kundaklayıp vermiş ateşi dört bir yandan o güzelim saraya
(kendisi değil tabii, onca adamı ne diye besler yıllar boyunca!).
Tembeller düşmüş can derdine, patlamış mı sana korkunç bir hengâme!
Canhıraş çığlıklar, müthiş bir kargaşa, kaçan kaçana!
Çabucak boşalmış o koca saray.
Yok yok, öyle tamamen değil… İki tip kalmış içerde, ellerinde de birer cıgara.
Biri diğerine, “Git şurdan bir ateş al da, tellendirelim bir cıgara” demiş;
öbürü de “Bekle yahu, yedi aylık mısın nesin, ateş gelir birazdan buraya!”
Ne mi olmuş daha sonra? O kadar da tembel olmayın canım,
çalıştırın nöronları, siz getirin arkasını da…