Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İlhami Erdoğan

İlhami Erdoğan
@ilhami_erdogan
En çok üzerinde durulan nokta, kapitülasyonların kaldırılmasını, tam bağımsızlığımızı isteyen madde oldu. Mösyö Franklin Bouillon, bu konuların incelenmeye ve düşünülmeye değer olduğunu belirtti. Ben bu noktaya yanıt verdim. Söylediklerimin özeti şuydu: "Tam bağımsızlık, bizim bugün üstlendiğimiz görevin özüdür. Bu görev, bütün ulusa ve
Reklam
Bu kongrelerin (Erzurum, Sivas) ilkelerine bağlı olduklarını açıkladıkları için ulus tarafından milletvekili seçilen kişiler; her şeyden önce, bu ilkelere bağlı kişilerden ve bu ilkeleri duyuran cemiyetle ilişkisini gösterir adla bir grup kuracaklardı: "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu"... İşte bu grup, ulusal örgüte ve dolayısıyla ulusa dayanarak her nerede olursa olsun, ulusun kutsal isteklerini cesaretle söyleyecek ve savunacaktı. Efendiler, her görüştüğümüz kişi veya kişiler, bizimle düşünce ve görüş birliği içinde ayrılmışlardı. Fakat İstanbul Meclisi'nde "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu" diye bir grup kurulduğunu duymadık. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün yanıt isterim! Çünkü efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, ulus borcu bilmek durumunda ve yeteneğinde bulunan efendiler, inançsızdılar... korkaktılar... cahildiler. İnançsızdılar; çünkü ulusal davanın önem ve kesinliğine, bu isteklerin dayanağı olan ulusal örgütün sağlamlığına inanmıyorlardı. Korkaktılar; çünkü, ulusal örgütün içinde yer almayı tehlikeli görüyorlardı. Cahildiler; çünkü tek kurtuluş dayanağının ulus olduğunu ve olacağını anlayamıyorlardı. Padişaha dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, ılımlı ve kibar davranarak, büyük amaçların edilebileceği aymazlığını gösteriyorlardı.
Ulus, tarihin ancak devletlerin yıkılma ve çökme gibi kargaşalarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, şansını ve kaderini kendi eline almakta aymazlık gösteren ulusların gelecekleri karanlık ve felaketlerle doludur. Türk ulusu bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu anlayışının sonucu olarak, kurtuluş ümidi veren her içten işarete koşmaktaydı. Ancak bir toplumun uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve eğitiminin etkisinden bir günde, bir yılda kurtulup özgür kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir. Bu sebeple durumu ve gerçeği bilenler, ellerinden geldiği kadar bağlı bulundukları ulusu aydınlatıp yol göstererek, ona, kurtuluş hedefine yürümekte önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsaf ve merhamet dilenmekle ulus işleri, devlet işleri görülemez; ulusun, devletin onur ve bağımsızlığı korunamaz... İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir ilke yoktur. Türk ulusu, Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar
Bir ulus, varlığı ve bağımsızlığı için düşünülebilen girişimleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olamazsa demek, o ulusun ölmüş olduğuna karar vermek demektir. Dolayısıyla, ulus yaşadıkça ve özveriyle girişimlerini sürdürdükçe başarısızlık söz konusu olamaz.
Reklam
İçişleri Bakanı Adil Bey'e Ulusun, padişahına düşüncelerini belirtmelerini engelliyorsunuz. Alçaklar, caniler! Düşmanlarla ulusa karşı haince düzenler yapıyorsunuz. Ulusun gücünü ve iradesini anlamakta yetersiz olduğunuza kuşku duymuyordum. Fakat vatana ve ulusa karşı haince ve var gücünüzle bir alçak gibi davranacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Galip Bey ve yardakçıları gibi budalaların ahmakça olan boş sözlerine kapılarak ve Mister Nowill gibi ulusumuz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak yaptığınız alçaklıkların ulusça sorulacak hesabını göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve gücün sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız. Mustafa Kemal
Gerçi, benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz sakınca vardı. Fakat o sakınca, başarısızlık halinde herkesten önce ve herkesten çok, en büyük ceza ve eziyete uğratılmaktan başka bir şey olabilir miydi? Oysa, bütün vatanın ve koskoca bir ulusun, ölüm kalımı söz konusu olurken, yurtseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmesine yer var mıdır?
Düşünecek yalnız bir şeyi olanlar bence çok bahtiyar insanlardır..
Başka bir kimsenin kölesi olan bir adam, kendi nefsini vermez, ancak geçimini sağlamak için kendisini satar. Fakat bir millet kendisini niçin satar? Kral, tebaalarının geçimini sağlamak şöyle dursun, kendi geçimini de onlardan çıkarır. Rabelais'ye göre, kral az şeyle de yaşamaz. O hâlde, acaba, tebaalar, malları da birlikte alınmak şartıyla nefislerini terk mi ediyorlar? Öyle ise, kendilerine ne kalıyor, bir türlü anlamıyorum. Denilecek ki, despot, tebaalarına toplum içinde huzur sağlıyor. Kabul edelim ki öyle olsun. Fakat, despotun şan ve şeref hırsı yüzünden tebaalarının girmek zorunda kaldıkları savaşlar, doymak bilmez tamahı ve bakanlarının yaptıkları eziyetler, onları kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha çok perişan ederse, bu huzurdan ne kazançları olur? Hele bu huzur tebaaların felaket ve sefaletlerine sebep olursa, bundan ne kazanmış olurlar?
İnsan hür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur.
Reklam
Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.
Sayfa 175Kitabı okudu
Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. 'İş avutur,' derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama biliyordu: Yetinemeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi.
İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka biriydi. Düşünüyordu: "Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar"
Ben, daima uzak bulunduğu yerlerin dâüssılasını, elde edilmesine imkân olmayan saadetlerin hasretini çeken bir hayal hastasıyım
Sayfa 278Kitabı okudu
41 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.