Arkadaşlar arkadaşlar böğün sizlere entrikanın karekökünü almış bir kitapla geldim. Yanlış anlamayın kitap çok güzeldi, üç kitabı üç günde bitirdim ama beynim folloş oldu yeminle. Bu arada kitapların ayrı ayrı yorumunu yapmak yerine komple seri hakkında konuşacam haberiniz ola. Kitabın adı entrikayı söndürmem gerek olsa hiç sırıtmaz. Böyle bir şey
Yine sesli kitap olarak dinlediğim bir roman.Romanları bence sesli kitap olarak dinlemenin avantajı hem zaman kazanmak hem de anlatılanları en ince ayrıntısına kadar hayal etmenin nefes alıp vermek kadar doğal olması.
Kitapları dinlemek, kitapları okumaya ihanet mi? İşte bu soru içimi kemiriyor mu kemiriyor ne yalan söyleyeyim.
Konusuna ilişkin çok inceleme yazıldığı için ben konusuna hakkında yazmayacağım
Bu güne kadar çok az roman okuduğum gibi Zülfü Livaneli'nin okuduğum ilk romanı oldu.
Aşk romanı desen değil,
Tarih romanı desen değil,
Polisiye bir roman desen değil...
Benim için şu ana kadar hiç duymadığım 24 Şubat 1942 tarihinde gerçekleşen Struma Olayı'nın ve II. Dünya Savaşı öncesi sonrasının o günlere ait ülkemiz ve dünya için yaşanılanları, insanların yaşadıklarını daha detaylı okumalıyım hissini uyandırın bir roman oldu.Yakın tarihte Türkiye içinde ilk gençlik yıllarımı yaşadığım için o günlere ait hafızamın anımsadıkları ile romanın diğer bölümleri ile daha bir merakla ilgilendim.
Ki gözümde canlanan son kare,
Şile kıyısında birbirini gerçekten seven insanların bir Serend ile buluşması...
Benim yine de aşk kısmına daha çok içim ısınmış galiba...:)
Bir ömür gerçekten sevmeniz, gerçekten aevilmeniz dileği ile...
İyi okumalar.
SerenadZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 2015136,9bin okunma
Sevgide yetmiyormuş, geride iz bırakmakta, asıl yeten şey ise, aç kalmamakmış bu hayatta!
Hakim:
“ kızım kaymakamı niye öldürdüğünü söylemedin”
“ sen anlayamazsın beni demiştim, senin söyleyeceğin her ne ise bende değeri yoktur; bunca yaşanan gerçekten sonra o gelen gelmesin, giden hayalleri geri getirebilir mi? Bizim kahramana ihtiyacımız yok bu böyle biline! Sen beni şimdi hükümlü yapacaksın ya bütün sorunları çözmüş gibi, hani bu gencecik bedenim rutubetli, kasvetli, güneş görmez ve tutsaklığa sonsuza dek tutsak olacak ya dört duvar arasında kalacak dünya gözünde suçlu olacak ya; zaten öyle yapman en doğrusu olacak senin için. Oysa ki Geride benim düşüncelerim yeşerecek, yeşerecek ki çiçekler açsın, yaylalara duman çöksün ve yine o köy türküleri söylensin ak ellere kınalar yakılsın. Sonrasında geriye anamın gözünde yaş kalır o yaşın içinde pınardan düşerim toprağa işte o düşen yaşın sonrasında yeşeririm topraktan fışkıran bir kardelen olurum, sabah seherinde bir çiğ tanesini misafir ederim gövdemde bir uğur böceğiyle muhabbetin belini kırarım, liseli gençlerin ilk gençlik yıllarına şahitlik ederim, elinde kınası başında yazması olan bir taze gelinin geçişini gözlerim, bir çocuğun akla sığmayan oyununu izlerim, sevgiye emek harcarım, aşka bir tez hazırlarım ve sonra bir şikayet yazarım; o şikayette solmaz denilen ve sonrasında solduğum an olabilir ancak, yarına selam ederim sevgilim kara gözlerinden öperim.”
O zamanlar, yıl 2002...
Nisan ayı başından, askere gideceğim tarih olan ağustos ayı sonuna kadar herhangi bir işte çalışmamışız ve İl Halk Kütüphanesi'ni kendimize yol eylemişiz. Nasıl olsa içkimiz - sigaramız yok; "Baba Evi"nde de bir tencere çorba zaten kaynıyor.
Başımızda bir de sevda dönüyor, 1997 yılından itibaren vurulduğumuz; daha
"Ölümü dudaklarından duydum, dinledim kayıtsız... Kalbimde yankılanıyor. Ah gençlik! Umurunda olan bir şey var mı? Evrenin efendisi, evrenin hazineleri, üzüntü bile sana zevk verir, sen küstah ve kendine güvenen... Ben yaşıyorum -bir de sana bak! Senin günlerin uçup gidiyor, güneşin altında eriyen balmumu gibisin, kar gibisin... Belki de çekiciliğin bütün sırrı, bir şey yapabileceğinden değil, yapabileceğini düşündüğünden. Hayatı ne kadar savurgan kullandın! Vaktini boşa harcamamış olsan, kim bilir neler, neler yapardın!"
Herkese ve özellikle Zezeseverler'e merhabalar. Nadiren bazı kitaplara inceleme yazma hissi duyabiliyorum, zorlama şeyler yazınca kitaba zarar verecekmiş gibi hissediyorum genelde. Aslında incelemelerden çok tanıtım ya da duygu dökümü benim yazdıklarım. İlk kez 2003(?) yılında -lise 2 miydi?- çok yakın bir arkadaşımdan ödünç aldığım