Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir iyiliğin inşa edilebilmesi için iyinin üstünde durmak gerekir. Kötü fiilleri olduğu gibi bırakmak, iyiliği kötünün üstüne inşa etme anlamını taşır. Bu durumda, kötü fiilin, onarılması değil ve fakat YOK haline getirilmesi gerekir. İnsan, bu işlemi kendi kendine başaramaz. Onun boş pişmanlığı bir fiili var olmamış hale getiremez. Çünkü bu durumda af merciinin insanın bizzat kendisi olması gerekir ki, bu da çelişkili bir durum ortaya çıkartır. Kötü fiilin sonuçları yalnızca faili ilgilendiren konumu aşar, başkasını da ilgilendirir hale gelir. Bu durumda insanın kendi kendini affedip etmemesi de anlamsız kalır. Bu durumda af merciinin insanın dışında ve daha yüce bir yerde olması gerekir. O yer ve o merci ise Rabbin indinde aranabilir. Kişinin (kulun), tövbesi Allah tarafından kabul edildiği anda, kişi fiiliyle irtikâp etmiş olduğu kirlerden arındırılmış olur: böylece, yok edilmesi gereken fiil yok edilmemiş bile olsa, o fiilin kaynaklık ettiği kirler tövbe ile arındırılmış olmakta ve kişi o fiili işlememiş mesabesine getirilmektedir. Böylece kişi, kötü fiili ile kötü bir geçmişe kilitlenip kalmaktan kurtulmuş/kurtarılmış olmaktadır.
Susanlar
Cümlesiz fiilleri düşündüm. Seb ölmüş değildi. Hoş, adamın adı da Seb değildi ya, ne önemi vardı. Onu başkalarından ayırdetmek, ayrı düşünebilmek için bir ada ihtiyaç duyduğumda aklıma ilk gelen hece bu vazifeyi daima görebilirdi. İnsanları mutlaka kendi adlarıyla, yani nüfus cüzdanlarında kayıtlı, ana ve babalarının kendilerine hiç danışmadan, belki de günlerce üstünde durarak vermiş oldukları ad ile çağırmak şart değildir. Ancak kendi ismimiz bir kene gibi yapışır bize, onu bir türlü atamaz, başka bir insan olamayız. Başka bir nüfus cüzdanı, ölümler, yüzlerce ağız onu o yapıştığı yerden çıkarıp atamaz. Meğer ki sırtının orta yerlerinden bir iğne batırıla, o da ayaklarını çeke. Seb demiştim. Ölmedi henüz.
Reklam
Ş. Teoman Duralı bilinçli kişiyi "her yaşantısının (yaşam tecrübeleri) hesabını verebilecek kişidir." şeklinde tanımlamaktadır. Demek ki akıl sahibi yegane varlık olarak insan hesabını veremeyeceği kararları almamalı, fiilleri gerçekleştirmemeli. Bir karar alınmış, bir fiil gerçekleştirilmiş ise artık her türlü sorumluluğun kendisinde olduğunun kabulü gerekir.
“Schopenhauer, kesinlikle tekdüze ve mesela ilk düşünceden son düşünceye kadar, ilk duygudan son duyguya kadar baştan sona bencil bir ahlâka nerede rastladı? İnsan tabiatı hiçbir vakit bu ka­ dar basit bir forma büründürülmemiştir. Bir defa daha söyleye­ lim ki ahlâkı yalnız bir beraberlikten, yalnız uyumlu bir kitleden ibaret kabul etmek, oldukça
"Tabi boşa gitmemesi için, fiilleri sağlam zincirlerle birbirine bağlayacaksın. Zincir, niyettir. Fiilleri fiillere bağlar. Fiilleri manalara bağlar. Her fiil için, niyeti yenilemek gerekir. Eski niyetlerle yeni fiillere girişmemek gerekir. Çünkü niyet, bozulan bir şeydir. İyi muhafaza etmezsen, kokar, çürür, bozulur, farkına bile varmazsın, niyetim hâlâ sağlam sanırsın. Niyetler milimlik kay malarla değişir. Bir tırın yoldan çıkması gibi patırtıyla çıkmaz insan yoldan. Buzda kayar gibi kayar niyetler. Sahibi hiç hissetmez, karaya yakınım sanır, bir bakar buz tutmuş gölün ortasına kadar gelmiş, bir çatladı mı buz, batarsın dibe, boğulur gidersin. Niyetler milimlik kayar. Güzel ruhlar hep güzelliği arar. Ama içinde muhabbeti, merhameti, adaleti sağlamlaştırmadan bir kılavuzun arabasına binersen, yük olursun sadece. Hâlbuki sen muhabbetle, merhametle, adaletle bir gönül yapsan kendine, sonra o gönülle taşısan mazlumları, mağdurları, ne güzel olur. Bir kılavuz arıyorum diye dolanıp duracağına, kendine bir gönül inşa etseydin, bunca yılı heder etmemiş olurdun. Aramak seni sana unutturdu. Aramak, aslında aramamanın perdesidir. Kendine inşaat yapmak gözüne zor göründü de, hazır yapı arıyorsun. Bir kılavuzun kapısına varan, gene oradan ölçüyü alıp gidecek, o ölçüyle, kendi inşaatını yapacak, yoksa o kapıya yüktür. Bir şey arama, aradığın sendedir, bir gönül inşa et kendine. Sonra o gönülle taşı mazlumları, bak ne güzel olur, mevcudat tehlikelerden bu sayede kurtulur. Ezelden gelip ebede giden bu trende, vagonlar birer ülkedir; ruhlar çökmüş, bedenlerini hayallerle, gölgelerle, renklerle oyalıyorlar"
Sayfa 103 - İz YayınlarıKitabı okudu
Insan eğitildikçe bilim ve eğitim yolunda ilerledikçe anlayışı artar düşünme gücüne Melek'i güç denir 4 Fazilet Erdem ve bunların kaynakları ikmet İffet yiğitlik Adalet Hikmet'in kapsamına giren faziletler Bunlar zeka hatırlama akletme çabuk Anlama anlama gücü zihin açıklığı ve kolay öğrenmedir �ffet'in kapsamına giren faziletler
Reklam
Devamlılık
Bu insanların her biri ancak bu iki şeyle , yani kendisi ve başkası için müşterek olan şey ve mensup olduğu sınıfına özgü olan şeyle mutluluk merhalesine ulaşır . Her biri bu şekilde davrandığında , bu davranışları ona üstün , erdemli bir ruhsal istidat kazandırır ve o bu davranışları ne kadar devam ettirirse , istidadı o kadar güçlü ve mükemmel olur. Böylece de onun kuvvet ve mükemmelliği kademeli artar . Nitekim iyi yazı yazma ile ilgili fiilerin düzenli olarak devam ettirilmesi , insana yazı yazma sanatında üstünlük kazandırır ve bu insan bu fiileri ne kadar çok devam ettirirse , bu fiilleri meydana getiren sanat o kadar güçlü , o kadar mükemmel hale gelir ve böylece , sürekli tekrarı ile onun kuvvet ve mükemmelliği sürekli olarak artar .
Sayfa 114Kitabı okudu
nitekim iyi yazı yazma ile ilgili fiillerin düzenli olarak devam ettirilmesi, insana yazı yazma sanatında üstünlük kazandırır ve bu insan bu fiilleri ne kadar çok devam ettirirse, bu fiileri meydana getiren sanat o kadar güçlü, o kadar mükemmel hale gelir. böylece, ruhun bu istidadından doğan zevk daha çok, ona karşı beslediği sevgi daha büyük olur
İnsan, marifet mertebesine yükseldiğinde dünyadaki halinin, gerçekte bir tür uyku olduğunun bilincine varır. Dünyadaki durumunun bir tür rüya olduğunu anlar. (Marifet: Allah ve onun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında manevi tecrübe ile doğrudan elde edilen bilgi.)
İnsan üzerine bir yorum
Bediüzzaman, “hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir... ne kadar iyilik ve güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya O Cemîl ve Rahîm-i Mutlakın hazine-i rahmetinden ve ihsanat-ı hususiyesinden gelir. Hem rızık vermek O’nun özel bir ihsanıdır, kâinattaki bütün cemâl kemâl ve ihsan, O zatın cemâl kemal ve ihsanını gösterir ve onun yansımasıdır”
Reklam
Insan nefsinin iki yönü vardır: ilki takdire şayan fiillere yatkın olmak, insanî tabiata sahip olmak ve Allah ile yapılan ahde sadık kalmak; diğeri kötü amellere meyletmek, hayvanî tabiata sahip olmak ve Allah ile olan ahde kayıtsız kalmak. Birincisine nâtık nefs (en-nefsu’n-nâtıka, rational soul), ikincisine şehevi ya da hayvanî nefs (en-nefsu'l-hayevânî, animal soul) adını veriyoruz. Nâtık nefs, hayvanî nefse boyun eğdirdiğinde ve onu kontrol altında tuttuğunda, o zaman bir kimse hem hayvanî hem de nâtık nefsi asıl yerlerine yerleştirmiş olur. Bu yolla ve nefsle ilişkili olarak, bir kimse nefsini asıl yerine yerleştirmiş demektir. Bu, kişinin nefsine yönelik edebidir. O halde, bir kimsenin ailesiyle ve aile fertleriyle olan ilişkisi açısından bakıldığında, bu kimsenin ailesine ve başkalarına karşı olan tutum ve davranışı, samimi mütevazı fiilleri, sevgiyi, saygıyı, Özeni ve merhameti ortaya çıkardığında bu, onları asıl yerlerine yerleştirmek suretiyle bu kimsenin onların asıl yerlerini bildiğini gösterir. Bu ise, aileye yönelik edebtir. Benzer şekilde, bu türden tutum ve davranış, öğretmenlere, arkadaşlara, topluma ve liderlere yayıldığında, onlarla ilişkili olarak bir insanın asıl yerinin bilgisi ortaya çıkar; bu bilgi, onların tümüne yönelik olarak edebi gerçekleştirmek için gerekli olan fiilleri zorunlu kılar.
Geri140
612 öğeden 601 ile 612 arasındakiler gösteriliyor.