Burada bir bereket olması için ondan bir nakilde bulunmak istiyoruz: "Müstekfi lakaplı Muhammed ibn Abdirrahman ibn Ubeydillah ibn Nâsır'ın elinde bir zindanda tutuklu idim. Beni öldürmeyeceğinden emin değildim. Çünkü zalim, sıradan, dini cehaleti fazla, güvenilir olmayan, tetkik etmeden işler yapan biriydi. Ona göre bizim suçumuz (önceki halife) Müstazhir ile olan dostluğumuzdu. Haramiler bu zelil adamı etkileri altına alınca Müstazhir'e başkaldırdı ve onu öldürdü. Sonra da iktidani ele geçirdi, ardından da dediğimiz gibi bizi hapsetti. Hapisteyken, dinî hükümler açısından altında pek çok büyük manalar barındıran ve hakkında öteden beri pek çok şeyler söylenip duran, son derece zor ve tüm fikhi konularla bağlantısı olan külli bir mesele hakkında düşünüyor idim. Gündüzler ve geceler boyunca konu hakkında fikir yordum. Sonra nasıl anlaşılacağı konusunda zihnimde bir ışık belirdi, ardından hakikat bütün aydınlığıyla ayan oldu. Kendisinden başka ilah bulunmayan, yaratan, başlangıcı olmayan, her şeyi düzenleyip idare eden ve zatından başkasına yeminin caiz olmadığı Allah'a and olsun ki hapiste bahsettiğim bu durumda iken, zihnimin meşgul olduğu o hakikati bulmam ve doğruyu anlamam nedeniyle yaşadığım o sevinç, bulunduğum halden serbest bırakılmaktan daha mutluluk vericiydi. İşte biz bu kitabımızı ve diğer pek çok eserimizi vatanımızdan, ailemizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırılmış bir vaziyette gurbette telif ettik. Hem de zulüm ve düşmanlık nedeniyle canımızdan korkar bir vaziyette."